ben ki heybet-i ala
cemalime ermiş vuslatın yamacında
esrik kalemimin ucuna asılı sirkaf yüreğime düğümlenmiş mısralarla intikam alırcasına ayrılığı yazıyor güneşin koynuna ayaz gecenin alnına kor konuyor ve kalbim acıyor ve yüreğim kanıyor kirpiklerime asılı güz mevsimi kırkaltılık deli gibi yalnızlık gömleğini giydiriyor divane gönül gamı sıfata vurup kadehi zatı halından geçiyor zehir zemberek vakit savrukluğumun yayıldığı odam cidar bir sessizlikle bana kabristanı hatırlatıyor perde iniyor yıkılıyor duvarlarım kale(m) düşüyor ve ellerim üşüyor kırmızı şarap tatında gıyabında dudakların göğsümün çeperine takılırken ruhum ayak izlerinde eziliyor ve yine canım acıyor ben ki heybet-i ala özümden geçmiş beçare ipimi çekmeni beklerken ruhumun cennete uzanan köprüsü hışmınla bir celsede düşüyor şimdi sırat-ı geçmek bile yok cehennem narında bana yanmak düşüyor. |