Renkler ki Pembeyaz
istanbul’u tak yakana,
ben seni tanırım. inan, kimse yüz çevirip bakmıyor bile, çılgın kalabalıklar arasında eli usulca yüreğime değen suratı öptükçe pembe, boynu sevildikçe çınar kadına. gel, tanı beni. yüzüm sana aydınlık. sonradan düşme üzerime gece. otur aklıma. kaşlarımın arasından sev beni sonrada oradan vur bir gelincikle. toprağın yanağına bir yaş gibi, sertçe düşsün sırtımdaki cesetler, eriyen kar gibi tabelasız hayatlarda şimdi ölüm mazmut, sessiz bir o kadar gizlice. ben ki, her seferinde hangi yumurtadan çıktığını şaşıran sürpriz. bazen yan etkisi meçhul bir hap. öylece yuttun beni. al şimdi!!! kanlı bir eylül sofrası oldu midene lök diye oturan bu doğmamış çocuk. patikler ör deliliğe düdükler al, tulumlar diktir pazarları ölü gibi kokan eminönü’ ye. kız olursa adı Nar erkek olursa adı Ar* onun göbek bağına kanla kurulmuş teleferiğinde cehennemi arzulayan bir adam cenneti arzulayan bir kadın henüz söylemediğim delikanlı sözler de var; göz gibi -ler gibi -in gibi… gözlerinden korkarım gözlerinden çok korkarım birgün herkes oradan düşüp ölecek diye. istanbul’u giy aklına ben seni tanırım. bir hastalık gibi yayılırım yemyeşil kahırlarda unutarak herşeyi. uzun yağmurlar ıslandık. çok uzun sevişmelerden arta kaldık. redif; adına mil çekilmiş yaralı bir askerim artık kollarında kan damlıyor üniformamın söküklerinden sarhoş, bir aşkın durmadan yenmiş tırnaklarına. “gidin, burada bırakın beni” batan sandalı su üzerinde biraz daha tutabilmek için denize atılması gereken ilk ağırlığım, kafiye; “atın, burada terkedin beni.” Ar: Ateş |