nâlesaatlerin tik taklarını kaybettiği ve tüm anıların boş olduğu benliğimizden.. işte öyle bir zamanın kara kaplı kitabı elinde mücellitin yeni harflerin, hiç eskimeyecek olan, yalınlığı ve yalnızlığı eşliğinde mücellit fincana kahve koydu sapı kırık bakır cevzeden ve bir yağmur başladı hazana haberci birden ağaçlar yıkıldı gökler yarıldı cezbeden anlar anıları kovaladı dedim ya vaktin nâmının kayıplığı vakitsiz dolunay dağa kondu fakat biz kalabalığın korna sesli dumanlarında kimsesiz sen ey sana yazdım tüm şiirlerimi bir cümlene ulaşmak için şimdi terkediyor mücellit şehri yağmur çiserken inceden sen iğne ucuyla toprağa verirken sesini "can kuşum, umudum..." * işte burada kaybettim şirazeyi ve elimdeki kamış bir göl sessizliğiyle o vav’ı çizdi ve şuraya bir mim koydum özlettim kafiyeyi sen ey uzun otobüslerin zincirleme sıkıntı tümlemeleri çağında gömleğimin cebinde huzur dilimde refah ve şiirin ılgıt esintileri dağlardan inen kekik kokusu "evrensel kadınlar" *’ ın münbit tutkusu ve apartman odalarında bahardan habersiz biz... sen ey sözüme kevser benim... *sana, bana, vatanıma, ülkemin insanlarına dair/ Erdem Beyazıt |
yağmur kokusu dinsin gözlerinden bağrıma
yağsın bütün renkleri gökkuşağının
dinmesin bu sağanak
yeşerttim bütün umutları.
yağmur çiseledi bende sağanağa çevirdim:)