Kâfiye (Kinâye)Şiirin hikayesini görmek için tıklayın Bir ara, darların ve genişlerin hatta en genişlerin bir nebze izahı için yazmaya çalıştığımız ama yarım kalan bir çalışma...
Yeni bitti... Tâze... Çalışmayı yazmaya ilk başladığımızda herhangi bir şairin herhangi bir şiirine benzesin diye bir kaygımız, düşüncemiz yoktu... E zaten böylesi bir düşünceyi taşıyanların bu işi yürütmesi mümkün değil, diyenler olursa... Ben işitirim... Doğrudur biz de o şekilde düşünmekteyiz... Ama malumunuz insan etkilenmeye mecburdur... Dün etkilenmiş, bugün etkilenmekte ve yarın da etkilenmeye açık olduğu bir hakîkat... Yaratılış gereği... Sadede gelelim: Çalışmamızı okuyanların hatrına, okuyup, işitenler varsa Üstâd Necip Fazıl’ın "Kafiye" isimli eseri muhtemelen gelecektir... Kendisine muhabbetimizin izharına gerek duymamakla beraber (inşaallah) manevi birlikteliğin (aynı ailenin fertleri oluşun) de ümidi içerisinde olduğumuzu yazalım... Ben de evvelce birkaç defa Üstâd’ın "Kafiye" isimli eserini okumuştum. Yalnızca okumuştuk o kadar. Birisi; bu şiirden bir kaç mısra mırıldan, dese... Mırr, dahi diyemeyecek kadar... Ne acı!... Ama herkesin hıfzı bir değil işte... Çalışmamızdan sonra tekrar okuyunca gördüğümüz; "dünyalar, rüyalar, yokmuşlar, kokmuşlar, kafiyeler, hikayeler..." bizi sevindirdi... -Ne diye sevinir ki insan? - E zaten herkes bir şeylere benziyor. Biz de ona benzeyelim bir yönden. Ne çıkar!... Hem ne güzel!... Dediğimiz gibi evvelce başlayıp, araya aylar girdikten sonra henüz biten bu çalışmanın isim olarak malum şiire benzemesinde, bu zaman zarfı içerisinde gerçekleşen hadiselerin etkisi olmuştur... Hem de çok yakın ânlar içinde gerçekleşen olayların.. -Peki, isim neden yalnız kâfiye değil de birde kinâye, hemde parantez içinde? -Biri dışımızdaki diğeri içimizde ismi. Ondan... -Son soru!... Ne diye bunları yazdınız ki?... -Hiiç!... Hikaye olsun işte!... Hikâye böyle idi... Bir şeyler oldu ve bitti... Buyrun...
Kısacık,
Her ömür. Daracık, Bir kabir. Şu akıl, Hâkezâ. Sor, nasıl, Bir lahza? Şu dünya; Bir heves, Bir rüya, Bir kafes. Bir serap, Ki; yokmuş. Ve Serap, Ki; kokmuş. Peşinde, Hep itler, İçinde, Gelgitler. Ve hep zan, Ve hep zan... Âh îzan, Âh îzan... Bir sazan, Atlamış. Lafazan, Patlamış: Yoksulmuş, O bulmuş, Şu tutmuş, Bu yutmuş... Muş muş muş, Kudurmuş. Hepsi zan, Âh ezan, Ne ziyan... Yan da yan. Kalk, uyan. Nihayet, Bir ayet. Ve tokat: Pat pat pat!... Ve ayan, Bir beyan: Kahrolmuş, Bir kulmuş. Bulan kim? Ey hekim!... Ne yanan, Ne sanan. Arayan, Tarayan... Şu aklı, Pasaklı, Sayanlar, Bayanlar Ve baylar... Ve çaylar... Soranlar, Yoranlar, Ne bilsin, Çekilsin. Mezara Girenler, Pazara Erdiler. Geçtiler, İçtiler, Yediler, Dediler: Muhabbet, Müebbet. Uslular; Puslular. Uzaklar, Yasaklar. Siz koşun, Konuşun. Köpek tav, Hav hav hav!... Dar dedik, Sor dedik. Sır değil, Zor değil. Anlattık, Kanattık. Ne attık, Ne yattık, Tek çattık. Kapattık. Dünyalar, Rüyalar, Ölümler, Düğümler, Akıllar, Çakıllar, Ve kıllar... Netice, İpince. Ve asıl, Apaçık. Şu akıl, Bir kaçık. Kâfiye, Hikâye. Ya gâye? Kinâye. Son kelam; Vesselam... Ankara, 2009 |
PEK İNCE
GÖRÜNCE
BEĞENDİM
OL KALEM
PEK SAĞLAM
VESSELAM
VESSELAM....TEBRİKLER..