KAÇAKÇI MOTORU
KAÇAKÇI MOTORU
Karadeniz’in bir ili , Rakkamlar dan on iki. Bir ocak ayı. Günlerden Cuma. Ezan sesleri dört bir yandan. Akşam olmuş. Ben nöbetçi odasında , Karşımda bir bardak sıcak çay. Dinleniyorum. Demin telefon ettim sana. Komşu, haber vermiştir sanırım. Çillim bir tanem. Sen beni kaybetmekten korkarsın , bende seni. Ne olacak bu halimiz bilmem ki. Aylardan ocak . Karadeniz’in bir ili. Günlerden de on iki. Geri dönmüş anneme gönderdiğimiz iki yüz lira. Efkarlandım. Basri’den borç almıştım . Daha söylemedim sana. Bazen konuşmak isteyip de , konuşamadığın hiç oldu mu ? Yazmak isteyip de yazamadığın ? Bilirim kızacaksın bana. Ama sevgilim , Bu gün günlerden on iki ; Şubata az kalmış. Çavuşu çağırttım. Akşam yoklamasını aldım. Kar yağmaya başlamış hafiften. İçimde korkunç bir sıkıntı. Giydim pardösümü. Aşağıya indim. Birde nöbetçileri kontrol ettim mi, Tamamdır bu gecelik. Dışarısı ayaz. Boztepe, kesmiş dumanları yine. İnce bir sis inmiş şehre. Cephane nöbetçisi, Diyarbakırlı Kamil ile selamlaştık. Tutturdum yavaştan yokuş aşağı. Rüştü Bey hala çalışıyor matbaada. Son hamsi arabaları pazarda, 5 kilosu 50 kuruş. Dört beş kişi Torik Lokantası kapısında, Çakır keyif sohbet ediyor. Bilirsin bu denli sohbetleri. Ben zatı alinizi, Takdir etmişimdir her zaman, Mutlaka bekleriz efendim. Çok severim zatı alinizi vallahi. Sarhoşum diye değil inanın. Derin hürmetim vardır billahi. Nefret ettiğim halde böyle laflardan, Kafam iyiyken bende kaç sefer, Böyle diyaloglara girdim diye düşündüm. Daha da sıkıldı canım. Yürüdüm, Kar yıldızları yüzümü tokatlarken. Park Lokantasının önünde Jandarmanın cipi. Silkeledim yıldızları kaputumdan, İçeri girdim. Yarbay yokmuş bu akşam. A partisinin il başkanı , Ziyafet veriyormuş bu gece subaylara. Büyük bir sofra kurdurtmuş locada. Buyur ettiler masaya. En dipte; Oturttular Üst Teğmenin yanına. Bilirler ne huzursuz içtiğimi. Erken kaçmayasın, En dibe buyur ettik diye, Şakalaştı Niyazi Başçavuş. 40-45 yaşlarında. Saçları seyrelmiş iyice. Babacan bir adam, Bir parçada Ahmet Tarık Tekçe’yi hatırlattı bana. Gürcü asıllı imiş, 32 dişide altın kaplama. Geldi rakılar , gitti rakılar, Köfteler , mezeler balıklar. Rakının sislendirdiği bir kafadan, Bir parti programı dinledik. Buğulu bir gözde, Bir Belediye işinden bahsetti ya, Pek hatırlamıyorum. İki devriye girdi kapıdan, İki Astsubay. Biri genç, Ya 22 var , Ya yok. Öbürü bayağı yaşlı. İhbar varmış. Bir kaçakçı motoru. Silah çıkartacakmış Fatsa’ya. Hararetli anlatıyor genç olanı. Bütün sahili taradık komutanım. Belli hevesli, Pek bozulmamış idealleri. Bir eli havada, Ateşli. Belinde koca bir Rus Tokorefi. İki manga yerleştirdim siperde. Deniz kudurmuş diyor. Yanaşamaz kaçakçı motoru bu gece. Ne Fatsa’ya , ne Perşembe, Ne de Orduya. Teğmen anlatıyor , Nasıl emekli olup, Ankara’da çocuk yuvası açacağını. Eski bir pikaptan kırık sesler kulaklarımda. Kalktım; Başım dönüyor oldukça. Taksi çağıralım diyor genç çavuş. İstemedim. Kar , dışarıda her yeri kaplamış. Yağıyor hala inceden. Sahile indim. Deniz hakikaten kudurmuş bu gece. Vahşi bir tempo tutturmuş dalgalar. Rio’daki Woodo ayinlerinde çalınan, Bongo seslerini andırıyor. Geliyor deniz, Gidiyor deniz. Kumsal çeşitli deniz yaratıkları ile dolu. Veriyor deniz, Alıyor deniz. Balık pazarında kulübelerin arkasında, Ateş yanıyor. Birkaç balıkçı , bir tava kalkan, Dört beş şişede şarap. Birden, Nasılda içim çekti bilsen. Gitsem diyorum, Selamın Aleyküm desem. Bir köşeye de ben çöksem. Kana , kana Çamlıdere şaraplarından içsem. Fakat, üniforma var üstümde. Atatürk heykelinin, Kar kaplamış omuzlarını. Sağken çekmemiş gibi milletin yükünü, Şimdide karların yükü. Önündeki bankın , Karlarını süpürdüm, oturdum. Ben söyledim, O dinledi. Üşüyor musun, İstersen örteyim omuzlarını dedim. Baktı gözleri yine hep aynı noktada, Ses etmedi. Attila Bozoğlu – Eski Foça |