Hülya
Od düştü içime, düştüm yollara
Kapladı cismimi nefis kokular İlişti gözlerim mor ufuklara Gördüm ki hayretle, el ediyor yâr!.. Baktım azığıma, baktım dengime Sonra durdum birden... Sordum kendime: Ne yüzle gidersin sen Efendine; Ne yüzle gidersin be hey günahkâr?! Dilimde şahadet, gözlerimde yaş Döndüm etrafımda, yok bir arkadaş! Seslendi Habib’im: ‘Gel, korkma, yaklaş; Hakk’ın rahmetinden endişen mi var?’ ‘Hâşâ şefaatçim, hâşâ efendim; Günahlarım için endişelendim; Mahcubiyetimden bittim, tükendim; Çok zaman nefsime takmadım yular!’ Dedim ve yürüdüm, gün doğuyordu Ve o kadife ses ‘yaklaş!’ diyordu Bitmiyordu yollar ah! Bitmiyordu! Kaybettim zamanı, bilmem ne kadar? Giderken düşerek, sendeleyerek Sarıverdi birden onlarca melek Uçuyordum sanki arşı delerek Bir tek saniyeye dolmuştu yıllar. Bitmişti sıkıntı, bitmişti çile Ulaştım anında kutlu menzile İsmimi cismimi sormadı bile! Sarıverdi beni mübarek kollar! Misk kokan bir nefes, sımsıcak kucak Kalbim heyecandan durdu duracak Telefon sesiyle uyandım ancak Gerçek olsa idi böyle hülyalar! Cemal Gören |
İmanını muhafaza ederek ölen herkes şefaate kavuşacaktır. Duha suresinin (Elbette Rabbin sana [şefaat hakkı ve pek çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın) mealindeki beşinci âyet-i kerimenin tefsirinde Resulullah efendimiz (Ümmetimden bir kişi Cehennemde kalsa razı olmam) buyurdu. Şefaate kavuşabilmek için de imanlı ölmek şarttır. İmanlı ölenler de ebedi kurtuluşa kavuşmuş demektir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette şefaat edeceğim. Ya Rabbi, kalbinde hardal zerresi kadar iman olanları Cennete koy diyeceğim. Bunlar Cennete girecekler. Sonra, kalbinde az bir şey olanlara, Cennete girin diyeceğim.) [Buhari]
(Ahirette ilk şefaat eden ve şefaati kabul olan ben olacağım.) [İbni Mace]
(Ümmetimden, şirk üzere ölmeyen herkese Allah’ın izni ile şefaat edeceğim.) [Buhari, Müslim]
(Kıyamet günü en önce ben şefaat edeceğim.) [Müslim]
(Her peygamberin, müstecab [kabul olan] bir duası vardır. Ben duamı, ümmetime şefaat etmek için ahirete sakladım.) [Buhari]
(Benden önce hiçbir peygambere verilmeyen beş şeyden biri şefaattir. Şirk üzere ölmeyen [imanla ölen] herkese şefaat edeceğim.) [Bezzar]
(Ümmetimden büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.) [İmam-ı Ahmed, Nesai]
Peygamber efendimiz, günahkârlara şefaat edeceğini bildirince, Hazret-i Ebüdderda, (İmanı olan hırsız ve zâniler de şefaate kavuşacak mı) diye sual etti, (Evet, onlara da şefaat edeceğim) buyurdu. (Hatib)
(Günahı çok olanlara şefaat edeceğim.) [Hatib]
(Nefslerine aldananlara şefaat edeceğim.) [Deylemi]
(Kıyamette, kum sayısından daha çok kimseye şefaat ederim.) [Taberani]
(Kıyamette “Ya Rabbi, zerre kadar imanı olanı Cennete koy!” diyeceğim. Hepsi şefaatimle Cennete girecek.) [Buhari]
(Şefaatime inanmayan kimse, ona kavuşamaz.) [Şir’a]
(Şefaatime en layık olan, bana en çok salevat okuyandır.) [Tirmizi]
(Ümmetimden geri kalan olur korkusu ile Cennete girdiğim halde tahtıma oturmam. Allahü teâlâya, "Ya Rabbi ümmetim ümmetim" derim. Rabbim "Ümmetine ne yapmamı istiyorsun?" buyurur. Ben de "Ya Rabbi onların hesaplarını çabuk gör, sıkıntıdan kurtulsunlar" derim. Cehennemliklerin listesi bana verilir. Onlara şefaat ederim. Hatta Cehennem hazini Malik "Ümmetinden cezalanacak kimse bırakmadın" der.) [Beyheki, Taberani]
(Rabbin sana [ahirette çeşitli nimetler, şefaat izni] verecek, sen de hoşnut, razı olacaksın) mealindeki Duha suresi beşinci âyet-i kerimesi inince, Resulullah efendimizin, (Ümmetimden bir kişi Cehennemde kalsa razı oldum demem) diye söylediği tefsirlerde bildirilmiştir. (Tibyan)
Mahşerde Hazreti Peygamber Şefaati
________________________________________
MAHŞER álemi, herkesin mezarlarından çıkıp hesaba çekileceği álemin adıdır. Buna ahiret álemi diyoruz. Orada hesap vardır. Herkes dünyada yaptığının bedelini ödeyecek. Hiçbir şey gizli kalmayacak. Mahşer yerinin büyüklüğünü, ihtişamını, dehşetini, zorluğunu ve oradaki insanların çaresizliğini anlatmak çok zordur.
Mahşer günü, dünyamızın günleriyle kıyaslanamaz. Saatlerle ifade edilemez. Nitelik ve niceliğini ancak yüce Allah bilir. Söylenecek her söz, yapılacak her tanımlama yetersiz kalacaktır. Dehşeti tarif etmekten uzak olacaktır.
Orada sorgu var. Sorgu esnasında diller kilitlenecek, organlar konuşacak. Zalim zulmünden pişman olacak. Ama bu faydasız bir pişmanlık olacak.
Orayı hasret kapsayacak. Dostlar birbirinden kaçacaklar. Allah için kurulan dostluklar hariç, dostlukların, arkadaşlıkların hiçbir faydası olmayacak o gün.
Orada terazi kurulacak. Sevap ve günahların tartılacağı terazi. Bu dünyanın terazilerine benzemeyen bir terazi. "Teraziden maksat adalet midir?" Belki tartışılır ama orada bir terazinin olacağı kesindir. Orada sırat köprüsü kurulacak. Altından cehennem kaynayan sırat.
Amel defterleri dağıtılacak o gün. Defterler, iyilik ve günahların sicilini anlatır. Hafıza kaybına uğrayanlar o gün hatırladıklarında mutlu olmayacaklar. Dönmek isteseler dönemeyecekler. Bağırsalar duyulmayacak. Çaresizlik ve pişmanlık kasıp kavuracak.
İşte o dehşetli günün ümit parıltısı, Hz. Peygamber’in şefaati olacaktır. Sevgili Peygamberimiz, mahşer áleminin ateşini dindiren bir rahmet olacaktır o gün.
Bütün müminlerin yöneldiği bir pusula olacaktır. Yüce Rabb’imizin müsaade ettiği noktaya kadar şefaat yetkisini kullanacak ve insanların kademe kademe kurtuluşunda aracı olacaktır. Aslında kendisi, "Umulur ki Rabb’in seni makam-ı mahmuda (övülmüş makama) yükseltir" (İsra, 73) ayetinin kendisine verilecek şefaate işaret olduğunu şefaatle bildirmişti.
Her peygambere dünya hayatında reddedilmez bir dua imkánı verilmiştir. Ve her peygamber bunu dünyada kullanmıştır. O ise bunu ahirete saklamıştır. İnananlara şefaat olarak.
İşte size peygamberimizin şefaatini anlatan o salih hadislerden birisi: "Kıyamet günü olunca insanlar birbirlerine karışırlar. Hz. Adem’e (AS) gelirler. Ona, ’Bize Rabb’inin katında şefaatçi ol’ derler. Adem, ’Ben bu konumda biri değilim, siz İbrahim’e gidin. O Rahman’ın yakın dostudur’ der.
İbrahim’e (AS) gelirler. O da, ’Ben bu konumda biri değilim, siz Musa’ya gidin, o Allah’la konuşandır’ der.
Musa’ya (AS) gelirler. O da, ’Ben bu konumda biri değilim, siz İsa’ya gidin. O Allah’ın ruhu ve kelimesidir’ der.
İsa’ya (AS) gelirler. O da, ’Ben bu konumda biri değilim, siz Muhammed’e (SAV) gidin’ der.
Bana gelirler. Ben, ’Ben bu konumdayım’ derim. Ve Rabb’imin huzuruna çıkmak üzere izin isterim. İzin verilir. Bu esnada bana şu anda bilmediğim bazı hamd sözleri ilham olunur. Bunlarla Rabb’ime hamd ederim. O’na secdeye varırım.
’Kalk ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin; istediğin verilecektir; şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir’ denilir. Ben de, ’Ey Rabb’im! Ümmetim, ümmetimi istiyorum!’ derim.
Allahu Azze ve Celle, ’Haydi git, kalbinde bir arpa tanesi ağırlığınca iman olan herkesi ateşten çıkar’ buyurur. Ben de bunun üzerine giderim ve bildirileni yaparım. Sonra tekrar döner, aynı övgü sözleriyle O’na hamd ederim. Sonra secdeye kapanırım.
’Kalk ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin; iste, istediğin verilecektir; şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir’ denilir. Ben de, ’Ey Rabb’im! Ümmetim, ümmetim!’ derim.
Allahu Teala, ’Haydi git, kalbinde zerre miktarınca ya da hardal tanesi büyüklüğünce iman bulunan herkesi ateşten çıkar’ buyurur. Ben de bunun üzerine giderim ve bildirileni yaparım. Sonra tekrar döner, aynı övgü sözleriyle O’na hamd ederim, sonra secdeye kapanırım.
Allahu Azze ve Celle, ’Kalk ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin; iste, verilecektir; şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir’ buyurur. Ben, ’Ey Rabb’im! Ümmetim! Ümmetimi istiyorum’ derim.
Allah (CC), ’Haydi git, kalbinde hardal tanesinden çok az miktarda iman olan herkesi çıkar, onları ateşten çıkar’ buyurur. Ben de gider bunu yaparım."
Yüce Rabb’imizden bu şefaati hak etmeyi temenni edelim.
(Kaynak: Doç.Dr. Nihat Hatipoğlu)