Bir İntiharın Eşiğinde
Sızı ve Ağu
Bir sonbahar göğü çizili, ötelerde son yağmurlarla ıslanmışlığın kadar masum dudaklarımın arasında çöl uzantısı öpüşmeler ne kadar da ürkünç şimdi kor keskinliği gibi o kavurucu günlerin. Sus, sen değil misin? Acılar ülkesini yaratan! Suyu can tufanlar arasından bir çığlık yükselir öpercesine seni, telinde bağlamanın ve esaretinle tutsaklığımın semahında turnalar kan ve döl, ter ve su olup alnımdan boşalır O en insan yanıma, onlarca insanın… Bir cesedin telaşıyla vurgun baharları düşlüyorum ağzımda tadı ölümün, hüznüm dağ çiçeğine dokunur yokluğu(n) dudaklarımda titreyen günahkar mazi! kimin hasretidir, o huysuz bir çiğdem yokuşunda sol yanımı amansız sızlatan?-(Senin!) Acıları güne yontarak devrilmeli dipsiz, karanlık uçurumlara, şafaksız kuş ağzında yüreğim tozlanmış bir ağıt ki, bir çocuk ıslığında avcılar zamansız uyanır karanlığı bir tül gibi sıyıran düşlerin, başımda güneşin ince ışıltısı gibi durur, çığlıksız devrilirim… Ve başlar kalbin kanıyla yazılan sevdanın tılsımlı gazeli: ‘’Hoş geldin ölüm…’’ Nizar Şirvan BİLGİN |
şiva.