0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
10
Okunma
O gün öğrendim ki, Nihal,
gidişinden kalan yarada
kapı değilmiş asıl acıtan;
senin açık unuttuğun pencereydi.
Baktım da camda kalan buğunda
geçmiş zamanın silueti.
Belki de o pencere,
senin içimde bıraktığın
gökkuşağı renkli bir tecelliydi.
Her rüzgâr estikçe sallanıyor
yarım kalan dualar gibi.
Yalnızca sesi kalıyor geriye:
ışığı getiren, ışığı götüren.
Bir pencere ki,
açık kaldı yüreğimde;
ne kapanıyor ne tam kapanıyor…
Belki de sen giderken
asılı bıraktın orada
ruhumun en ince tülünü.
Ve şimdi anlıyorum, Nihal:
bazen veda, kapıyı çekip gitmek değil,
içeri sızan ay ışığında
seni seyretmeye devam etmektir…
Pervazında sabah çiyini andıran
bir hatıra, bir niyaz,
bir aşk ki maddedense metafizik,
geçittense geçitsizlik.
O pencere artık benim sırlı aynam:
ne tam içeriyim ne dışarı.
Sen orada bir gizem,
bense burada bir soru…
Rüzgârlar üfler, cam titrer;
belki de kapanmaması gerekendi,
çünkü aşk, unutulan değil,
hatırda açık tutulan yerdir.