0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
38
Okunma
Nihal’in Sessiz Aynasında: Belleğin Direniş Risalesi
Zihnimin karlı dağlarında bir erime başlar,
Her hatıra, içimdeki kadim zamandan kopan bir kırağı tanesi…
Dinginliğin gölüne düşerken titrer, çözülür,
Ve sanki kendi kendini inkâr eder gibi
usulca yok olur.
Ama bu bir yok oluş değil,
Soğuğun ateşle yaptığı o gizli savaş.
Alev görünmez — fakat özü yakar.
Joel değil artık o dolaşan;
ruhumun harabelerinde dolaşan gölgesiz bir benlik,
her silinen anıda bir kaburga kemiğini kaybeden bir yaratık…
Nihal’in sesi…
Bir sufi nefesinin radyo frekansında ansızın kesilmesi gibi,
önce bir cızırtı olur,
sonra o da söner.
Geride adı konulamayan bir ağırlık bırakır:
hiçlik denen o dolu boşluk.
Fakat ruh — ey kadim yolun en eski yolcusu —
sır saklamayı iyi bilir.
En kuytuda, en derinde, en karanlıkta
silinmek bilmeyen bir çekirdek taşır:
nura da, küle de dayanıklı
ilahi bir tohum.
O tohumun adı Nihal’dir.
Bir beden değil; bir hakikat.
Bir kadın değil; bir sır.
Cihazların silemediği,
prosedürlerin erişemediği,
aklın unuttuğunu ruhun koruduğu o çekirdek.
Ve bir gün—
bir koku, bir renk, bir rüzgârın en hafif teması,
yahut hiçliğin içinden geçen bir titreşim—
onu uyandırır.
Kışın buz tutmuş toprağına
ilkbaharın dokunduğu an gibi:
sessiz ama kesin.
Ey zalim bellek silici,
boşa çabalarsın.
Sen ancak yaprakları dökersin,
kökün adını silemezsin.
Çünkü kök, kulak vermeyi bilenlere
“Ben buradayım” diye fısıldar.
Joel’in gözyaşları akar;
artık bir acıdan değil,
kaynağını bilmediği bir sızıdan.
Sebebi yoktur, çünkü sebep silinmiştir;
ama ruh —o büyük kurnaz, o kadim hafıza—
nedenini bilmeden sonucu yaşatır insana.
Ve biz anlarız ki:
Unutmak bir tedavi değil,
kalbe uygulanan geçici bir morfin.
Asıl olan, hatırlamak,
hatırlayamıyorsan hissetmek,
hissettiğinde ise varlığın kaderini affetmek.
Çünkü ruh, hiçbir zaman yalan söylemez.
Sadece zamanın gölgesine saklanır.
Ama eninde sonunda
bütün kayıtlarını geri oynatır;
ve o kayıtların başında da
Nihal’in adı titreşir…
Bir nur, bir suret, bir sır olarak.