0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
18
Okunma
Nihal’in yalnızlığı bir demir parçası değil
Bir kehribar tespih idi, taneydi.
Onu bileğinde bir ince zincir gibi taşırdı.
Ve varoşlarda yürürken parmaklarıyla
Her boncuğa bir isim takardı:
Biri ayrılık, biri hasret, biri “hû...”
Sen şehir ki, binbir katlı beton kalelerdesin,
Ben bir tek odanın eşiğinde duranım.
Camları buğulu, içerisi sükûnet,
Sanki Kâbe’ymiş de sadece
Ben tavaf ediyormuşum seni.
Ey Nihal, ey Nihal… İçimde bir makam
Sürekli aynı nağmeyi vuruyor.
Bu asansörler, bu telefonlar, bu hız…
Hepsi bir perde.
Asıl mesele, o derin kuyuda
Bir kova suyun sallanışı.
Senin adın, karanlık kuyunun ipi.
Nihal, çekiyorum, çekiyorum,
Kova boş çıkıyor her defasında.
Belki de su, kendini saklıyor
Benden daha çok susamış olana.
Metro istasyonunda akşam üstü,
Yüzlerce insan, yüzlerce gölge.
Bir an dursak, hepsi silinip gitse,
Kalacak olan o ilk ve son ışık:
Sen.
Sen Nihal, senin yalnızlığın
Bu kalabalığın özü.
Ben onu giyindim, bir abaye gibi.
Rüzgarda iki yanım açık,
İçimde bir türbet sessizliği.
Artık dualarım da modern oldu.
“Allah’ım” demiyorum, “Nihal” diyorum.
Sesim betona çarpıp
Tekrar bana dönüyor.
Belki o, Sen’in bir adındır
Bilmediğim.
Belki yalnızlık, en nihayet,
Sadece Sen’i bekleyen
Bir bekleme odası.
Ve ben, paspası silkeliyorum
Her gün kapının önünden,
Belki gelirsin diye.