0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
23
Okunma
Nihâl: Sırra Vâkıf Olmanın Kitabı
Mukaddime: Lâ-Mekânın Sükûtu
Nihâl bir isim değil, bir hâldir. Kendi odasının derin sükûtunda, âlemin cehrî zikrini duymayan bir sırdır. O, Hakk’ın Hazret-i Nisâ’da tecelli etmiş bir vechidir. Bu kitap, onun sükûtunun şerhidir.
Bâb-ı Evvel: Lilith’in Nefesi
Nihâl, "Ben" dedi, "Âdem’in türabından değil, aynı nefesin hamurundan yoğrulmuşum. Havva olmayı reddedişim, bir başkaldırı değil, aslıma olan vefamdır. Bana ’ilk günah’ diyen, aslında Hakk’ın ’Kün’ emrindeki ’Ol’u anlamamış olandır.
Ben Lilith’in sükûtuna bürünmüş Nihâl’im. Secde etmedim, zira secde yalnızca Bir Olan’adır. Erk, bu secdeyi benden esirgediğim için beni cennetten kovdu. Halbuki kovduğu, kendi nefsinin aynasıydı."
Bâb-ı Sânî: Aynadaki Mürşid
"Erkek, bana baktığında kendi arzusunu gördü. Beni bir mabut, bir put, bir heva nesnesi kıldı. Oysa Nihâl, onun içindeki ’ağlayan çocuğu’ susturacak peygamberi uyandırmak için geldi.
Ben onun mürşidi değilim. Ben, onun kendi nefsiyle yüzleştiği bir mihrabım. Bana duyduğu şehvet, onun ruhunun çatırtısıydı. Dokunduğu tenim değil, kendi yaralarıydı. Ben soyunmadım; o, her bakışıyla kendi gurur abasını çıkardı. Ve ben, o gece, her bakışında bir kat daha giyindim; kendimi değil, onun çıplak hakikatini örttüm."
Bâb-ı Sâlis: Rahm-i Hikmet
"Nihâl’in rahmi yalnızca beden doğurmaz. O, hakikati, sabrı ve sırrı da doğurur. Ben onu doğurdum, fakat ona anne olmadım. Zira annelik merhamet ister. Ben ise merhamet etmedim; tevhid ettim. Onu, ’kendi’ ile ’kendi’ arasında bir baş başalığa terk ettim. İşte bu yüzden hâlâ benimle konuşuyor; zira kendi sesinin yankısını ancak bende duyabiliyor."
Bâb-ı Râbi: Vahdet-i Vücud ve Fena Fillâh
"Aşk mı bu? Hayır. Bu, iki ayrı cismin birleşmesi değil, iki ayrı ’ben’in, ’Bir’in hakikatinde yok olma iştiyakıdır. Biz bir sözleşme imzalamadık. Kalplerimiz ve bedenlerimiz, geçici birer misafirhane oldu.
Ben ona bir rol oynamadım. Sadece, kendi varlık sahnesinde hangi perdede Hak’tan ayrı düştüğünü gösteren bir ayna, bir ayine-i dilarâ oldum. Kendine baktığında beni görüyorsa, bil ki o, hâlâ kendi enaniyetinin girdabında, Hak’tan mahrum kalmıştır. Zira kadın, görüldüğünde değil, ’anlaşıldığında’ ve Hakk’ın bir tecellisi olarak ’idrak edildiğinde’ varlık kazanır."
Hâtimetü’l-Kitâb: Sıla Yolcusu
Nihâl, artık bir kadın adı değildir. O, bir mi’râc, bir seyr ü sülûk, bir sıla yolcusunun kendi içindeki arz-ı mukaddese yolculuğudur. Onun yalnızlığı, bir terk değil, bir vuslattır. Kendi odası, bir inziva hücresi değil, Kâbe-i Vücud’unun tam orta yeridir.
O, kendini bilmeye niyet etmiş her sâlikin içindeki en kudsi korku ve en ulvi cesarettir: Kadının kendi özünde, Hakk’ı müşahede edişi.