1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
90
Okunma
Ağustosun on dördüydü,
Güneş Kızlan Köyü’nü kavuruyordu.
Serinlik yoktu, rüzgâr bile yorulmuştu,
Bir tek ağustos böcekleri şarkı söylüyordu inatla.
Terinos, sabah ne su içmişti ne lokma almıştı ağzına,
“Tuvalete gitmemek için,” dedi, gülerek.
Keliternos’un yüreği sıkıştı:
“Bu adamın aklı yok!” diye söylendi içinden.
Gün ilerledi, gölgeler çekildi duvar diplerinden,
Terinos’un alnı ter içinde kaldı,
Kekik suyu şişesi sırt çantasında,
Ama elini bile uzatmadı,
Birden başı döndü, gözleri karardı,
Ve toprak onu sessizce tuttu kucağına.
Bir genç koştu, çığlığı yankılandı Kızlan sokaklarında:
“Terinos! Terinos!”
Bir kapı aralandı, bir çocuk koştu çeşmeye,
Köyün yaşlı kadını elinde tasla geldi.
(Keliternos’tan ağıt)
Ey inadıyla beni eriten adam,
Gölgesine bile söz geçmeyen Terinos…
Bu sıcakta bedenin isyan etti sana,
Benim yüreğimse bin parçaya bölündü.
Datça şahit olsun,
Ben seni hem sövdüm, hem sevdim o gün.
Kekik kokulu alnına eğildim,
Gözlerimi kapayıp dua ettim:
“Allah affetsin bu inadı,
Bu deliliği, bu çocuksu adamı…”
Ama ertesi sabah,
Daha güneş dağın arkasındayken,
Terinos kasketini takmış, bastonuna dayanmıştı.
Keliternos hâlâ yorgun, hâlâ sitemliydi.
O ise gülerek seslendi kapıdan:
“Nikos’a söyle, kalksın hele!
Bugün antika pazarı var, geç kalacağız.”
Keliternos bir an baktı ardından,
“Dün ölümle boğuşan bu muydu?” dedi kendi kendine.
Sonra gülümsedi hafifçe:
“Ne yaparsın… Terinos işte.”
Rüzgâr kekik kokusunu taşıdı yine,
Kızlan Köyü sessizdi,
Sadece bir kadın duası,
Ve bir adamın inadı kaldı geriye.
5.0
100% (3)