0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
110
Okunma

Yine rüzgâr döndü dağların ardından,
Yine bir posta arabası geçti sessizliğimin içinden.
Adını duydum sanki,
Bir yankı, bir yanılgı gibi…
Bu nasıl gurbet,
Bu nasıl sevda,
Ne giden unutur,
Ne kalan yaşar tam anlamıyla.
Bir zamanlar aynı sokağın taşlarını sayardık,
Sen birini atlar, ben gülümserdim,
Şimdi o taşlarda adımların yankısı yok.
Sadece rüzgâr var,
Sadece ben…
Bir de bir türlü kurumayan özlemin sesi.
Diyorum ki, gelme.
Gelme, çünkü yollar seni affetmez.
Gelme, çünkü şehrin bütün aynaları
Senin yüzünü hâlâ hatırlıyor.
Bir gülüşün yankısı bile yeter
Bu yalnızlığı paramparça etmeye.
Ben artık kırıntılarla yaşıyorum,
Bir zamanlar “biz” dediğimiz anıların gölgesinde.
Ama sonra bir gece oluyor…
Bir yıldız düşüyor penceremin önüne,
Bir melodi süzülüyor karanlıktan,
Bir “belki” yankılanıyor içimde.
Ve ben, her defasında kendime yenilip,
Fısıldıyorum sessizce:
Dönme de, ama dönsen…
Ne olurdu acaba?
Bu nasıl gurbet,
Bu nasıl sevda,
Yüreğim bir sınır kapısı gibi,
Ne seni geçiriyor,
Ne seni geri çeviriyor.
Her adımında bir “keşke” yankılanıyor,
Her susuşunda bir “neden” büyüyor içimde.
Biliyor musun,
Ben seni özlemekten yorulmadım,
Sadece beklemekten üşüdüm.
Paltomun cebinde kırılmış bir saat,
Zamanı senin gittiğin ana kilitlemişim.
Dakikalar hep o akşamı söylüyor,
Gözlerinde sönen o son ışığı,
Bir kelimenin bitişini,
Bir ömrün susuşunu.
Yine de gelme,
Bu şehir seni kaldırmaz artık.
Ne sokaklar eskisi gibi,
Ne ben o eski ben.
Ben kendime bile dönemedim bunca yıl,
Sana nasıl döneyim?
Bir mektubun satır aralarına gömdüm adını,
Her harfi bir mezar taşı gibi duruyor hâlâ.
Dönme…
Çünkü dönersen,
Yıkılır bu sabırdan ördüğüm duvarlar,
Çünkü bir bakışın, bir kelimen,
Bütün direnişimi un ufak eder.
Ben seni “gelme” diyerek seviyorum artık,
Sessiz, gizli, yakıcı.
Bir şiirin içine sakladım seni,
Kimse okumaz, kimse bilmez…
Sadece rüzgâr bazen okur
Gecenin en ıssız yerinde.
Ve o zaman fısıldar,
Bir ağıt gibi, bir dua gibi:
“Bu nasıl gurbet, bu nasıl sevda…”
5.0
100% (1)