0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
99
Okunma

Bir zaman vardı, rüzgârın bile adını bildiği,
Bir sokak başında sen gülümserdin,
Çocuklar ip atlardı, güneş eğilirdi omuzlarına,
Ben o anı cebime koyardım,
Yoksulluğun paslı aynasında bir gülüş kadar parladın.
Söyle…
Hangi dağların ardında unuttun adımı?
Hangi trenin vagonunda savruldu sesin,
Yağmura karışıp silinen bir fotoğraf gibi?
O mektubu hatırlıyor musun,
Üzerinde buruşturulmuş bir yalnızlık vardı.
Ben “gel” demedim, “dön” de demedim,
Sadece bir sözcük bıraktım altına:
Söyle.
Sadece söyle, nereye gittiğini,
Kimin gözlerine sığındığını,
Kimin rüyasına karıştığını…
Kış geçti, bahar bir türlü gelmedi.
Penceremde hep aynı martı,
Hep aynı sabırla bekleyen kahve kokusu,
Hep aynı sitem dolu şarkı:
“Söyle, şimdi neredesin?”
Bir gece, sokak lambaları üşürken
Adımlarının sesini duyar gibi oldum.
Rüzgâr saçımı dağıttı,
Sanki ellerindi,
Sanki yıllar hiç geçmemişti.
Ama o sadece bir anlıktı;
Bir yankı, bir hatıra, bir yanılsama.
Ben hâlâ o şarkının içinde yaşıyorum,
Bir radyo uğultusunda seni arıyorum,
Kentin kaldırımları hâlâ aynı,
Ama gölgen yok üzerlerinde.
Söyle, kim aldı gülüşünü benden?
Kim sildi sesini rüyalarımdan?
Kime dokundun da ellerin unuttu yolunu?
Ben burada, yılların içinden geçiyorum,
Bir harfin ardında, bir nefesin izinde…
Bir gün olur da dönersen,
Sana hiçbir şey sormam,
Ne neden gittin, ne nasıl dayandın…
Sadece başımı eğip,
“Hoş geldin,” derim sessizce.
Sonra aynı rüzgâr, aynı yol,
Yine ben, yine sen…
Bir şarkının içinde kayboluruz yeniden.
Ama şimdi,
Bu satırlar, bir yarım kalmış vedadır.
Bir mektubun en altına yazılmış son dilek gibi:
Söyle… neredesin?
5.0
100% (2)