2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1379
Okunma
ZULALANMIŞ HASRET
ne zaman arasam
çocukluğumun
büyümüşlüğümün o kırmızı topraklarına ektiğim
beni ölümlere taşıyacak denli acımasız
öylesine deli coş
zapt edilmez zamanların usunda bulurum
gökyüzünde
fosilleşen kentlerin sokaklarında
kocaman sevinçler taşımıştır yüzünde
volta atmıştır bir başına
kainatın o vazgeçmeyen acımasızlığında
sanki hiç yaşamamıştır
boşluğun hafifliğinde
darası alınmış bir yürekle
öylesine ezgin
öylesine kederlidir
zulalanmış hasretiyle mola verilmiş bir vakitte
gönül koymayan türkü tadındadır
bu yüzden
budanmış ömrümün uslanmaz yüreğini sızlatan
çığlığını duyarım
böylece onu gökyüzünden
fosilleşen kentlerden
bütün günlerin ikindi vakitlerine indirdiğim zaman
güzel kokan çiçekler
dalgalı deniz gibi coşan
o gizemli güzelliğine kıyamayacağımı anlarım
bundandır ki
tozlanmış yasalardan
vadesi geçen düşlerden
bütün gölgelerin içine aldığımda
öfkesini saçan baharlar
ayazda kalmış bir insan gibi koşan
o gecikmiş mevsimlerin sabrına dayanırım
ne zaman belleğimin cehenneminden kurtarsam
sonsuzluğa kanat çırpan bir kuş gibi
uçuruyorum çat diye kırılmış bir daldan
yoksa nasıl sevebilirim
tarihte ak bir sayfa bulan o fedakar enginliğini
beni daha da coşturan
beni bütün huzurlara vardıran
evreni benliğime saran
o felaket kibarlığından da ileri
zorunlu bir huzur
bir mutluluk yasasına dönen
o muhteşem güzelliğinin var olma çabasıdır
işte onu hüzünlerden
zulümlerden
bu çıldırmış kabuslardan kopardığım zaman
neden bilmem
rengarenk bahçelerde
erkenci meyveler tadında
kederli beyazlığına inanırım