yolculuk
yolculuk
söz kırıldı ve bir gürültüye dönüştü kutsalımız gerçeği dille nasıl anlatırız ... amcam uyanıp ağır zemberek uykusundan bir akşam hazırlanıyor semiz bir tay yolculuğa yanlış bir adla çağırıyor beni ben çoktandır alışığım buna göç yordamını okuyordum susuzluktan bir başka susuzluğa -merhaba ... konuşamadıklarımızı atıyorum sırtımdaki bohçaya hayatım hatalar silsilesi anları atıyorum onun boşluğunu atıyorum sırtımdaki bohçaya körlüğümü atıyorum karalığımı geçip giden zamanı atıyorum mecburum bu yolculuğa gözlerimde sona varmayan bulantı sağır hala ışığa alışmaya ... eşiğinde yıllar beklediğimiz evi iterek çıkıyoruz rivayet yola ve yol ölümü başka bir ölümle açıklar açlığı başka bir açlıkla kandırır … atmaya kıyamadığı takvim yapraklarıyla amcam tutunmaya mı çalışıyordu zamana ve ben bitmiş rüyasının varisi olarak azlığımı bağrıma bastım bir eşik ve duvar ev olmuyor bu şarkı bu zamana karşılık gelmiyor çıkıyoruz onu aramaya kokularıyla sürekli geleceğe doğru kaçan bir an’ın peşindeyiz hala … yüzüne bakıyorum ve yük görüyorum bir yük olarak taşıyor kendini amcam huzursuz dilindeki ustayla ve okunaksız gözleri amcamın anılarından su dileniyor amcam kırk yıldır düşünüyor bir boşluğu dolduruyor düşünerek ... ilk geldiğimiz yerde telaşla din değiştiriyordu şarkılar ve upuzun cümleler vardı kısa uykular vardı amcamın yıllar beklediği haritacıya öylesine poz veren çocuklar vardı bir unutsam ölecek gibi duruyorlardı biz orada daha az uyanık daha çok çıplaktık ... ve onca kör adımdan sonra bizi anılar ve sesler karşıladı 98’te bir bebek ağlaması 93’te bahçede kaçışan tavukların sesi 87’de yanan bir erik ağacı bir haziranname altında -bizim yokluğa olan tutkumuz hep olmayanlara bu mektuplar fazlalıklarımızdan kurtuluyoruz güzelliğimizden çirkinliğimize doğru bir yolculuk ... … … bulduk çocukken kaybettiğimiz göğü seçtik yalvaç olarak bu solgun kekemeyi ... … … epikler eskidi ... geçiyoruz kardeşlerini az önce boğmuş bir padişahı ve kokusunu yitirmiş gülü elindeki geçiyoruz marazi bir minyatür içinden çok dişlerini saklayan tanrıları geçiyoruz iri yarı casuslarız rengarenk giysiler içinde kulaklarımızda ölülerin sözleri rüyaları kar altında dilimizde ölülerin sözleri fakat onların masalları hep pitoresk bir bizimki gerçek ve bütün yarasıyla beresiyle gerçeği bir grek şarkıyla anıyoruz ... amcam yolda bir kağıt parçası buluyor ve silik yazılar eksik bedenler gibi sayıklıyor ya da bir duaya eşlik ediyor benim hiç duyamadığım amcam uhrevi kağıdın harelerinde artık yola bakmadan yürüyor dilindeki ustayı arıyor artık biz merkeziyiz dünyanın ve kutsal sanrıları amcamın zehrini gizleyen bir yılan gibi bana sızıyor amcam bulamadığı her şeyin hayalini yazıyor kağıda sonsuzluğu yazıyor ansızlığı yazıyor doğanın ona vermediği her şey boşlukta duran dallar oluyor ... amcam sarhoş kendi sesinin yankısında mısır tarlalarında gecelerin ıstırabı sonra korktum ve ben de bir tanrı yaptım kendime belki de onlardı haklı olanlar belki bir yüz yıl daha yaşamalıydı anlamak için amcam artık saçlarını geriye doğru tarıyor … tanrımı doyuramıyorum aklımda adım sekiz ocak aklımda megrelce; anne sesi aklımda çok terk edilmiş şarkılar patikalarda çok ezber dualar omuzlarda oku hatırla bir dilenciyle sırt sırta oturmuş şiir yapıyor amcam -onların dili hep yalan bir bizimki gerçek zehrini besliyor ellerini bizden sakınarak ... uzuyor beyaz sakalım yol boyunca uluyan geyikler oluyor kuşlar çivit mavisi doğa karbon doğa vahşet kokuyor ilk kez duyduğum bir ses alnımda -böyle bir mevsimdi işte beni yapan da ve bütün kalemler aynı anda bitti -ihtilal ... öyle bir karanlığa geliyoruz ki artık ikinci bir uyanış gerekiyor amcamın gözleri sürgün çekiyor amcam artık kağıdın diliyle konuşuyor ensesinde bir babil sürüncemesi bir asur kırbacı ve kendi rengini dilenen geçmiş önümüzde bir dağ oluyor ne görüyor ki çocuklar uçuruma atlıyorlar kuzularla yarısında öldüğümüz şarkılar şarkılarla … … … geniş zaman yakışmıyor Türkçe‘ye şişmiş karnı kelimelerin ve usta alışan ve iştahı olmayandır artık bol diyaloglu bir gazel yapar ... bizse hayatın acemileri olarak heves dolu tohumlardık ne yaptıysak bu topraklarda var olamadık bütün putları anladık ... -aşağıda loş aynalarda yıllarca saklı kalmış zaman -daha aşağıda çaresizliğin melez meyveleri güdük idrak boş itaat -daha aşağıda altamira altamira işte binlerce yıl sonra denizin kokusu uyanmış bozkırda -daha aşağıda lut sineması üstüne bir tartışma bin sekiz yüz otuzlarda bir karikatür kılavuzluğunda geldik ve bu şehrin halkı görülmemek için kendini yakıp intihar etti ... amcam bu kıssayı bir kap su içer gibi içti -bu dağ kendini hiç uzaktan görmedi ardında nahoş fenomenoloji ... öylece duruyor amcam bir eşik dileniyor ellerini adayarak çarmıhlara bir duvar dileniyor yirmi yıl önceyi özlüyordu on yıl önce daha ... amcam bunca mutsuzluğun mükafatını soruyor kayıp haresini arıyor bir muhatap arıyor af dileyecek bunca rengin gereğine sövüyor çıkartıyor inancını cebinden bir güzel katlıyor bir gardiyan anahtarlığına geçiriyor alnında çekiç sesleri -en az bir kez güney asya’da doğmuştur her insan ... ihtiyar bir saatçiydi amcam titreyen elleriyle görümüzü hizalamaya çalışan bir şarkı mırıldanıyor müzik kafkaslarda doğmuştur diyorum ona ve her halk benzer kendi alfabesine alnında çıngırak sesleri ... … … uzanmış yatıyor amcam ben başında duruyorum boyuna unutarak ve aşılıyor yarım asır bir anda bir zaman diyor ki bir başka zamana... ... -amca biz neden bu kadar yakışmıyoruz dünyaya merhaba de sonsuzluğa -merhaba. |