bir yaz günün habercisi olan güneş gitmek üzere mor tepenin ardına çekiliyor ışığı kızıl ve sarının en kesif tonlarında bir yansımayla evlerin pencerelerine vuruyor gökte asılı kalan renklerini toplamadan çekip gidiyor öylece sessiz ve aheste
bahardan olacak ki yeşilin bamteline dokunan ışık huzmeleri bahçedeki kadim çınarın köz köz olmuş meşenin yapraklarını birer birer dökmeye hevesli cüretkar bir edayla etrafa çoktan meydan okumuş bile tüm huzme oyunlarından geriye hafif bir rüzgarın neşeyle göğe savurduğu esrik ve baygın yapraklar kalıyor
düşüne savruluyor o sevgilinin göğün ebrusuna karışıyor güneş, kalan bütün renklerini de toplayınca yanmaya koyuluyor ipil ipil ışıkları şehrin renkler eşitleniyor asude bir bahar akşamında ve gece katran siyahını büründüğü vakit yorgun bir su gibi dinlendiriyor zamanı
demleniyor gece saatlerin hızında akışkan olan her ne varsa el etek çekiyor durağan mutat bir seyirde geceden parlak aynalı cam bir küre geceyi izhar edercesine ışıldıyor önünde uzanan koca bir deniz mehtabını ufkun son noktasına yaymaya gayretkar billur bir küre kesiliyor göğün odağında
gökteki ayın o zarif kıvrımlarının raksına şahitlik edecek kadar görkemli bir ışık kaynağı oluveriyor güneşten el alınca gece sessiz gece ışıltılı gece munis bir aşık edasıyla günü biteviye bitirmeye hazırlanıyor geceyi bölen tek tük sesler yankı buluyor sokak aralarında
bir çocuk sesi sızdırıyor pencereler annesinin müşfik kollarında geceye inatla direnen sesler büyüyor niyaza durmuş bir zahidin nidası belki karşılık buluyor semanın meçhul köşelerinde ay sükut ediyor ta ki sesler uzaklaşıncaya kadar
dinmiş denizin dalgaları çekiliyor uzaklarda bir beldede ve mehtap uykuyu yeğliyor çehresi siyah koca bir boşluk kalıyor geriye mahmur gözlerle o yar, o vakit göğsünde terennüm eden musikinin hoş nağmeleri içinde buluyor kendini
gecenin siyahını solurken ben yürümekle koşmak arasında seri adımlarla yol aldığım şehrin sokaklarında soluk, sessiz çehreli insanların bakışlarına aldırmadan bir siluete dönüşen hissiyatımla ilerliyor gölgeleri bir heyulayı andıran lodosun çarptığı azametli çınarların gecenin siyahını katmerleyen yansımaları altında hayallerimi kavramaya çalışıyorum
bir çınarın altında oturuyor hayat dedikleri varoluş emarelerim bir bir tüm uzuvlarımdan siliniyor ve kendimi çok eskilerden aşina olduğum bambaşka bir dünyanın içinde buluyorum
uzayan gölgelerden geçerek gençlik yıllarına has o bildik ıtırlı yasemen kokularını soluyorum içeri giriyorum iki katlı, kesme taştan duvarları olan beyaz sıvalı ve pencereleri mavi evin avlusundan avludaki kesif bal kokusu burnumun direğini sızlatmaya yetip artıyor bile sol taraftan yukarı çıkan ahşap basamaklı gıcırtılı merdivenler bana bıyıkları yeni terlemiş delikanlılık zamanlarımın çilesini, geçmişimi fısıldıyor
her basamağa sinmiş acının kokusu uçuşuyor ortalıkta duvarlar bir sır veriyor yıllardır kapısı açılmamış bu eve dair raflar üstünde biriken toz yığınları nice yaşanmışlıkları not etmiş ve hatta cümle gördüklerini yazmış bir gün okunsun diye
arka bahçedeki salıncak kopan bir kayışıyla hala beklemekte geçmiş zamanın şahitlerini sardunyalar, hüsnü yusuflar, şeker laleler, ortancalar hala solmamışlar o günleri yad etmek üzere çiçek tarhlarını geçince bahçenin az ötesinde sağ tarafta ekili, birbirlerine sıkıca sarılmış fasulye sırıklarının oluşturdukları oval kapılardan geçerken hala bir yerlerde canlı duruyor verilen sözler de
şimdi sımsıkı kapalı kapılar ardında hapsolmuş geçmişim perdeyi aralayıp göz ucuyla düşlerde seslenmekteyken kesik kesik havlamakta olan karabaş bölüyor bu yadımın son kırıntılarını zihnim sis kaplı, bulanık düşünce yığınlarını istiflemeye uğraşırken ıslıkla sessiz bir şarkı efsanesi çalıyorum
mütereddit haliyle dönüp dolaşıp aynı nakaratı tekrarlıyor hayata güçlükle tutunmak zorunda olduğumu hatırlatan binlerce düşünce öbeği… yar ile kesintisiz bocalamalar arasında sıkışan ruhumu kurtarmaya uğraşıyorum lakin çok evvelden, gönül denilen odanın oymalı kapılarının ardına bir hayat gömdüğümü hatırlıyorum
tam o anda önümde kırılgan, soluk mavi bir hayat boylu boyuna uzanmış yatıyor her şey bir gölge misali sıyrılıyor kah ayaklarımın altından kah sağımdan kah solumdan eylem ve eylemsizlik arasında bikarar şehrin kalan son ölgün ışıklarını takip ediyorum varacağı menzilden habersiz
bu kadim şehir ağarmaya başlarken tan yerinden güneş sedasının aksini gök kubbeye vurmaya yüz tutuyor geceden bu yana göğsümden dilime yol alıp nakaratında asılı kalarak mırıldandığım şarkı dilimden gönlüme tekrar yol bulmaya koyuluyor
melankolik ruh travmalarını mağlup etmeye hazır bir avcı edasıyla beklemeye koyuluyorum ruhumu kendi kalbiyle aharlayıp terbiye etmeye muktedir bir gönül selametine muhtaç azat oluyorum tüm karanlıklardan sisli puslu gecenin katmerinden
tekrar gözlerini açıyor ve başlıyor gün büyüyen, akışkan gürültüsüyle beni tekrar yutmaya devasa helezonun daireleriyle dönerek karar bulmaya tekrar asude bir bahar akşamının döngüsünde
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
asude bir bahar akşamı şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
asude bir bahar akşamı şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Kokusu olur mu şiirlerin düşündüm de Sizi okurken hep bir esintiyle kokusu geliyor şiirlerinizin Gökyüzü kokusu Dağ Mehtap Toprak... Daha bir çok şeyin...
Huzurlu hissediyorum daha okumaya başlarken bile...
düşüne savruluyor o sevgilinin göğün ebrusuna karışıyor güneş, kalan bütün renklerini de toplayınca yanmaya koyuluyor ipil ipil ışıkları şehrin renkler eşitleniyor asude bir bahar akşamında ve gece katran siyahını büründüğü vakit yorgun bir su gibi dinlendiriyor zamanı
Yüreğinize sağlık üstadım. Hayırlı pazarlar dilerim