Kafes
Heykeller kadar yaşlıyım şimdi
Ve bir o kadar da yalnızım Nietzsche’nin zerdüştü kaçak yüreğimde Bağırıyorum kalabalıklar arasında Kof adamlar suçluyor beni Çarmıha geriliyorum şimdi Çivilerin bile izi var üstümde Nisan yağmuru ve gökyüzünden bahsediyorum Sövüyorlar bana en derinden! Parmaklıkların arasındayım ansızın Binlerce insanın ardından koparılmış Sessiz bir çığlığım şimdi kafeste Kafa tutuyorum özgürlük cellatlarına Kırmızıya kesiyor yüzüm, boğulduğum kandan Vicdan taşları döşüyorum gittikleri yollara Ben burada yaşamalı ve burada ölmeliyim Dörtnala sürüyorum umudumu Burada çiftleşti,o mahrur atlar Sınırsız bir kişnemeydi aslında ufuk Bazı sevinçler ne garip! Çamların altında mızıka çalmayı öğreniyor bir işçi Bir kadın günaydın diyor bir erkeğe Kafesimin darlığına meydan okuyorum Parmaklarımı ışıklarla oynatıyorum Belki yalnız değilimdir Görünmez eller açıyor perdeleri Zulamın tozlarına unutulmuş sözcükler yazılmış Özgürlük ve yaşam.. Belki yalnız değilimdir Bırak ben de geleyim senle diyor tok bir ses Kafesimin duvarlarında yankılanarak O beton, o göksel,o ay ışığıyla badalanmış ses.. Öylesine kayıtsız Öylesine maddeden uzak Öylesine gerçek ve neredeyse soyut herşeyin çözülmüşlüğü var bu seste Döneceğim elbet siz soylu kalabalığa Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığında Ağaçlar dikildiğinde top mermilerin açtığı çukurlara Sıcak yemeklerden tüten kokular sardığında gecekondu bacalarını Döneceğim elbet bu kafesten Kapı kapı dolaştığında şiirler ,yeryüzünün Ve dolunay tepeden yüzünü gösterdiği zaman Bir bulutun arkasından Cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi gibi döneceğim |