Sera / 3.Mektup
SERA / 3.MEKTUP
Merhaba Sera. Aylar sonra; daima okumanı istediğim her satırında binlerce şiiri barındıran bir mektup selamı ile seni selamlıyor, behçet bir gönül ile iyi olmanı Vedud olan yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Mektubuma; bir başka mevsimin vermiş olduğu beklemenin güzelliği ve göç etmiş kuşların geri dönmesi azizliğiyle sağlığının yerinde olduğunu umarak başlamak istiyorum. Nasılsın Sera? Hâlâ kimselere belli ettirmeden başkalarının hayatlarına hikâye olmaya devam mı ediyorsun? Kapatıp gözlerini, gerçek hayata doğru yelkenler mi açıyorsun? Öylece geçmişten gelen bir rüzgarla; vuslat hayaliyle, uçsuz bucaksız çöllerde savrulan bahtsız kadın. Milyonlarca yıldız altında varlığı her türlü karanlığımı aydınlatan, her güldüğünde gecemi gündüze çeviren, su gibi akıp gidenim. Seninle bir uçurum kenarında açmış iki gonca iken; ovalar, bahçeler misk-u amber mi gelir. Hangi rüzgâr saçların kadar güzel eser. Hangi bakış seninkiler gibi beni ömrümden eder. Şimdilerde tiryakisi olduğum sigaranın; birçok kentte içenlerin anımsadıkları kayboluş hikayelerine hüzünlenerek, bir sigara daha yakıyor olmanın telaşındayım şu an Sera. Işıkların geceden bir bir söndüğü, insanları uyutan derin bir karanlığın hâkim olduğu bir vakitteyim. Bir önceki mektubumda; “-Öncelikle senden özür dilerim. Uzun zamandır kaba davranışlarıma ve elimin tersiyle seni her fırsatta geri çevirmeme rağmen yine de vazgeçmedin benden. Eğer hala mümkünse… “ Dedi, yıllarca kendisi için mücadelemi tiksinerek bir kenara attığını unutan kadın. Önce hafiften sahte bir tebessüm ile gözlerine bakmış, onu ilk gördüğüm günün heyecanını gözlerimin ferinde bulamayan bakışlarıyla boynunu büktü. Beklenen kimsenin hep geç geliyor olması, geldikten sonrada bekleyeni bulamaması çok da sıra dışı gelmiyordu artık. Belki de ben öyle düşünüyordum. Öncelikle o zamana dek yaşadıklarım bir şerit misali geçti gözlerimden. Daha sonra gözlerimi; sonbahara gecikmiş bir ağacının çaresizliği ve geç kalınmış bir tren bileti gibi savurup kirpiklerimden ona doğru; “-Sen; asla beni tanıyamayan, bir taşa veya su birikintisine basar gibi her defasında amansızca yanımdan geçip giden ve hiç yokmuşum gibi davranıp uzunca bekleyişlerimi aldırmadan yoluna devam ettiğin için istemiyorum. Bütün umutların bittiği, mevsimin kışa döndüğü zamanda geldin. Şu an sevmenin mevsimi değil. Bitti artık o apansız şiir. Başka mısraya gerek yok. Umarım her şey gönlünce olur.” Deyip yavaşça uzaklaştım oradan. Arkamdan birkaç defa seslenecek oldu ama artık benim için geçmişte kalmıştı. Sonra ki birkaç gün okula gelmediğini gördüm. Geldiğinde ise bakışlarında ki hüznü ve pişmanlığı da. Zamanın bizlere sunmuş olduğu yılları bir çerçeveye hapsedip esaret içerisinde yaşatmanın gereksizliğini noktalamıştım. Okuduğum eskice bir kitap da şöyle ifade ediyordu Sera; “Bir insanı affetmek veya vazgeçmek arasındaki o ince çizgi; Onu asla affetmeyeceğini anladığında vazgeçersin ve yine ondan asla vazgeçemeyeceğini anladığında affedersin.” Bana şiiri ve edebiyatı daha fazla sevdiren lise yıllarımda Edebiyat hocam olmuştu. Bir defasında okulun bitmesine yakın onun yanına gitmiş ve ilerleyen yaşamımda benim için nasihat ve tavsiye de bulunmasını rica etmiştim. Eline aldığı bir kâğıda “İnsanların karanlıkta kalmalarının yegâne sebebi, kendi ışıklarının önünde durmalarıdır.” Diye yazmış ve sana rehber olsun demişti. O kâğıt hâlâ evde hatıra kitabımda saklıdır. İlk defa her şeyi sana anlatmak istediğim bu mektuplarda kızıl toprağa bakarken acizliğimi gördüm tekrar. Nasılda her şeyin tarafımızca berbat edildiği bir yaşama gözlerimi kapatırım bilmiyorum Sera. Hayatımı bilmelisin, neler hissettiklerimi. Benimle ilgili olan birçok şeyi. Anlamak için yeniden. Müziğe ve müzik aletlerine olan merakım henüz küçük yaşlarda başlamıştı. Yaz aylarında kısa süreliğine çalışıp biriktirdiğim bir miktar para ile kendime ilk gitarımı almam da çok uzun sürmedi. Yıllar sonra lise son sınıfta ilk dönem yurttan ayrılmış eve geri dönmüştüm. Zaman ve mesafe kavramı ile ömrüm boyunca hiç aram düzelmedi. Eve geri döndüğümde kimsesiz bir çocuğun evlat edinildiği mahcubiyet ve mesafeyle yaşadım ailemle. Her bulduğum fırsatta odama çekiliyor gitarı gün geçtikçe daha fazla öğrenebiliyordum. Sera! Kendi yaşamımda hikayemin baş kahramanı olma şansına sahip olmadım hiç. Sonra beni içine alan o aile sarmalının bir parçası olmak için sürekli gösterdiğim çaba. Başarılar, doğru seçimler, yanlış tercihler ve birey olarak var olma mücadelesi. Bir gün okuldan eve geldiğimde; annem ve babamın biz diğer evlatlarının öz güven ve imkanlarını tamamıyla sarf ettikleri ve kendini evin lideri olarak düşünen bir yapıya sahip olan en büyük abim, bir elinde benim gitarım, diğer elinde o zamanlar Epilepsi hastası olan diğer abimin imkanlarıyla yaptığı maket evi gördüm. Annem ve babamı arkasına almış bize ağzından çıkan hakaretler ve salyasıyla ne kadar çok boş işlerle uğraştığımızı bağırıp duruyordu. Sonradan ellerinde bize ait olan gitar ve maket evi duvardan duvara çarpıp kırması da pek uzun sürmedi. Gözlerim dolmuş ve sinirden konuşamayacak bir halde yüzüm kıpkırmızı olmuş annemin ve babamın gözlerinin içine baktım. Ama abimin hayallerimizi ve emeğimizi de onlarla beraber duvarda parçalamasını takdir eden bir bakıştaydılar. Henüz 17 yaşındaydım. Sürekli pencere kenarında yıllarını geçirmiş, rahatsızlığı sonucu gün geçtikçe zayıflamış olan kemiklerine dokunup sağlıklı günlerini anımsayan diğer abim. Rahatsızlandığı için ve evden çıkmasına annem ve babamın izin vermediği evde hapis hayatı yaşıyor olduğu için üzülüyor ve üzüldüğü için daha da fazla rahatsızlanıyordu. Sürekli her gün düzenli olarak ona hasta olduğu ve hiçbir işe yaramadığı yüzüne vurulduğu için hayattan hiçbir beklentisi kalmamış etten bir bedene dönüşmesi de sadece birkaç yılını almıştı. Ona yapılan bu muamelenin tabi ki kötülük amaçlı yapılmadığı aşikardı. Bunun cehaletle çok alakası olduğu da öyle. Ama tabi onun iyileşmesi için de götürülmedik hastane, hekim, doktor, muska ve kocakarı ilaçları kalmadı. Her yolu denediler. Ama olmadı, onun sürekli yıllarca bayılmasını engelleyemedi sera. Gün geçtikçe daha da fazla bayılmaya ve artık baygınlığın vermiş olduğu rahatsızlık ve kas ağrılarıyla, bayılırken kafasını sırtını çarpıyor olmanın ağrılarıyla günlerce bilinci kapalı yatıyordu. Bazen çok sıkılınca gizlice evden biraz uzaklaşıyor sahilde bir tur attıktan sonra tekrar eve geliyor, tekrar güzelce azarlandıktan sonra her zaman ki pencere kenarına geçiyor ve cebinden eskimiş tesbihini çıkarıp geçen arabaları sayıyordu. Onunla oturduğumuz zamanlarda yoldan geçen arabaları sayma oyunu oynardık. Sağdan gelenler senin, soldan gelenler benim diye arabaları sayar ve sonradan Selman adında eski mahalle bakkalına gidip eşya alırdık. Çoğu zaman onun sırdaşı ve yoldaşı olmanın sevinci ve hüznünü yaşıyordum. Bu denli sıkıntı yaşamış, hırpalanmış, yalnızlığın o en derin soğuğunu iliklerine kadar hissetmiş ama bir gün bile bu duruma isyan ettiğine şahitliğim yoktur. Bir gün tüm cesaret, kararlılık ve yapabilirim inancıyla babamın karşısına dikilmiş ve bir iş bulduğunu söylemişti. Çalışmak istediğini ve bu içe kapanıklığın eve hapsin hiçbir faydası olmadığının düşüncesiyle gidip çalışacağını söyledi. İlk önce evde lider olduğunu düşünen her şeye itiraz eden bizi ezen abimi susturmuştu. Çok karşı çıkmış ve sürekli bayılıp insanları rahatsız edeceğini söylemiş izin vermemişti. Babam onun bu ısrarını kırmamış sonradan kabul etmişti. Biliyor musun Sera; abimin o işe girdikten sonra hastalığı nasıl geride bıraktığına, neler başardığına ve bu başarı sonrasında evlenip dünyalar güzeli iki kız çocuğuna sahip olduğuna şahit oldum. Zaman Sera! Neleri getireceğini bilemez ya insan. Fırtınalar sonrası gökkuşağını getirdiği gibi. “Yaşamak ne kadar zor görünürse görünsün, zorluğun olduğu yerde muhakkak ki umut vardır.” Bir sonraki mektup da tekrar buluşabilmenin heyecanı ile sözlerime son veriyorum. Kendine ve sağlığına dikkat etmen ümidiyle. Hoşça kal Sera. |