Ölü dil...
Unutup...bileyliyor
kınındaki paslı acıyı aurasında bir fiil sembolik düşüyor kırıminal bir estetik doku mahzenin yıllanmış koynuna sessizliğin ketumluğunu adımlıyor kırmızı ayakları şarap tadında üzüm kokuyor mahsulü damağında kızılca bir aşk sevişiyor göğüs kafesinde masumiyeti bir mahpusluk vuslat ilmikleri kaçmış gecenin kıymık batımı örüyor teninden söktüklerini zaruri ihtiyaç dikiyor gözlerinin rengini akıtıyor burda panzehrini incelen ağın sancısında doğuracak zehrini sağanak lavlar fışkırıyor iliğinden geçirecek şehvetin iğnesini kristal iplikten her cenin düşüklüğünde düğümleyecek nefesini omurgasından geçirecek gecenin yüzünü yol sayacak uzayan sakalının kirini işlenmiş bir lahit doğuruyor karanlığın köklerini sancılı duvarlara sürüyor lehçesini ... |
Dimağımızda
Tatlı ve buruk bir esenlik oldu mısra
Soluk alıp verirken sözcüklerin arasında
İp uçlarını topladık imgelerin...
Ah şu sandukalarımız!
Ve çözümsüz lehçe'miz...
Şiir'di nitekim...
Mısra mısra döküldü gözlerimize
Var ola kelamın
Selam ile