HEZEYANLARIMŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Saraçhane Camii altı çay ocağı,
Oturdum ve andım, bilmem kaç çağı… Dulkadiroğulları Beyliğinden kalma Yadigâr tarih, halk otağı… Feyz aldım müdavimlerin muhabbetlerinden, Binlerce ah topladım o eski taburelerden, Ve kaç asırdır biriktirmiş, O mermer zeminden. Ve bir de bizim çaycı Recep’ten… Çayda eriyen şeker tadında zaman, İnce belli güllü bardakta hasat, harman… Binlerce dert döküldü derdime dertlerden, Baktım ki dertlere, Bir anda da benden… Ve sonra bu şehirden ayrılığımı, Aşırı ayrıştığımı gördüm ve bildim. Ezanların yerde insanlara kalmadan, Göğe, meleklere çekilişine irkildim. Ve buhar, buhar günahlarıma, Şadırvandan bulutlara akan, Abdest suyuna kalan temizliğim… Sonra tekrar, tekrar bildim. Ne çok tanrısı olduğunu yeryüzünün, Antik kentlerden kalan kitabe taş sözünün, Açığa çıkarılması için yapılan kazının, Bu kente düşen, zaman diliminde dirildim. Ve; cam şişe kırıklarıyla çizdim kaldırımları, Suni kirpiklerden aldım meyl bakışları, Gecelerden öteye öteledim mehtabı, ayı. Plastik gönüllerden sevgiliye taht kurdum, Sonra üç beş damla suyla yudum, Meyhanelerde kadeh, kadeh o sevdayı… Ve gülüşünü baharın, Çiçeklerin renkleriyle beslenen ağaçların, Dallarına gelişini kuşların, Gökyüzünün, yeryüzünün, Serinliğine açılan kanatların, Dağa, taşa, ovaya; Suya havaya saçılan yaprakların, Damarlarında yendim yeşil, sarı, Ve mevsimlerin melodisinden yukarı… Teneşirde yunsam tek seferliğine, Ve olsa şu kara toprağa pâk girişim.
Saraçhane Camii altı çay ocağı,
Oturdum ve andım, bilmem kaç çağı… Dulkadiroğlu Beyliğinden kalma Yadigâr tarih, halk otağı… Feyz aldım müdavimlerin muhabbetlerinden, Binlerce ah topladım o eski taburelerden, Ve kaç asırdır biriktirmiş, O mermer zeminden. Ve bir de bizim çaycı Recep’ten… Çayda eriyen şeker tadında zaman, İnce belli güllü bardakta hasat, harman… Binlerce dert döküldü derdime dertlerden, Baktım ki dertlere, Bir anda da benden… Ve sonra bu şehirden ayrılığımı, Aşırı ayrıştığımı gördüm ve bildim. Ezanların yerde insanlara kalmadan, Göğe, meleklere çekilişine irkildim. Ve buhar, buhar günahlarıma, Şadırvandan bulutlara akan, Abdest suyuna kalan temizliğim… Sonra tekrar, tekrar bildim. Ne çok tanrısı olduğunu yeryüzünün, Antik kentlerden kalan kitabe taş sözünün, Açığa çıkarılması için yapılan kazının, Bu kente düşen, zaman diliminde dirildim. Ve; cam şişe kırıklarıyla çizdim kaldırımları, Suni kirpiklerden aldım meyl bakışları, Gecelerden öteye öteledim mehtabı, ayı. Plastik gönüllerden sevgiliye taht kurdum, Sonra üç beş damla suyla yudum, Meyhanelerde kadeh, kadeh o sevdayı… Ve gülüşünü baharın, Çiçeklerin renkleriyle beslenen ağaçların, Dallarına gelişini kuşların, Gökyüzünün, yeryüzünün, Serinliğine açılan kanatların, Dağa, taşa, ovaya; Suya havaya saçılan yaprakların, Damarlarında yendim yeşil, sarı, Ve mevsimlerin melodisinden yukarı… Teneşirde yunsam tek seferliğine, Ve olsa şu kara toprağa pâk girişim. |
çok beğendim şiirinizi.
kaleminize sağlık.
tebrik ve saygılarımla Mevlüt bey.