Bir gün geçer şehrimizden
Bulutlar bu dem,
Ağır aksak geçer üstümüzden. Yağmurlar, Damla, damla düşer dünden yukarı: Sevdaya taşan gemiler geçer, Islanmış denizlere gem vuran bileğimizden… Suları serinlemiş ikindilerden, Isınmış, uslanmış yürekler geçer, Tenimizde kanayan filizlerimizden… Belki düşler geçer içimizden… Kalk gidelim yakalayamadığımız, Düşlere doğru bu şehirden… Ayın, güneşin dokunduğu, yokladığı yerden… Rüzgârın saçlarımızı, saçaklarımızı okşadığı, Köpürmüş dalgaların ayaklarımızı kaptığı: Belki bir gün geçer şehrimizden, Çarşı, pazarı zamandan-mekândan kucakladığı… Belki yağmur yağar kuşlar geçerken, ‘Haydi, kalk gidelim’, -Kuşlarla- birlikte bu şehirden… Günün, sabaha kalktığı, Güneşin, güne doğduğu, Ayın, -mehtaba- battığı bu yerden… ‘Haydi, gidelim’, -güneşlerle- birlikte, ‘Bu şehirden’… Herhangi bir şarkı dinlenirken, Kırlangıçlardan bahar müjdelenirken, Bak, börtü böcekler de sevişirken, Belki kelebekler geçer semtimizden… Gidelim, gidilebilen yere kadar, Kendimizden de geçmişken… Gözlerimizdeki -yaşlarla- birlikte, ‘Kanatlan’ -an-, ‘Senin ellerinden’… |