zozan
Dağların asi kızı(l), yüreği güleç zozan
İnanma hiç onlara, onlar hep oyunbozan su uyudu; ama çiçekler daha açmadı zozan kırlangıçlar kederli öykülerini anlattı bulutlara ve dağlar sızılı ırmaklarını sağıyordu güneşin sinesinden geceyse jilesini takmış omuzlarına ağıtlarını döküyor yıldızlardan yıldızları nasıl da tutuşturdun göğ(s)ümün üzerinde incitilmişti düşlerimiz bana dokunsun istemem bu yılan bana sokulsun istemem bu yalan yaşamasın üstelik taş zindanda da bin yıl susamasın zehri geldiğinde çatal diline akıtmasın... ağır bu be(r)del düşlerimin bükülüşü arsız mübadelesi dönen kirli oyunlar güneşin kızı(lı) zozan süzülüverecek yazgına bir yudum su, bir çağla cemre ürperiverecek kanatların yakamozları gördüğünde sahi ya! yakamozları nasıl getirdin dağlarına onlar denizindi hani bozulmaz tabular vardı nasıl da kırdın buzu berfinler deliyor göğü mersiyelerimiz hala taze bir avuç kar gökte ceme dönüyor semaha duruyor şeklini yitirmeden sahi ya! kaldık mı biz de s/özümüzde anadan üryan doğuş bir aydınlığın anıydı Mona Lisa’nın tebessümlü yüzünde karanlığı çaldık üzerimize ... nasıl da benzeşiyoruz birbirimize gün geçtikçe atlaslar parçalandıkça sömürgeleşirken bedenler sen inanma onlara anlatılan masallara ah zozan yıldızları nasıl da tutuşturdun göğün üstünde acıyı demlerken gözlerinde taze karanfilleri bıraktın toprağına oysa ki yüreğinin coğrafyasında unutulmamıştı bahar dağların asi kızı zozan yıldızları nasıl da tutuşturdun göğün üstünde yas birikmişken ocağında karanfil topladın toprağından şimdi ölüm kanlı yediveren gül diken arsız zulüm inanma öylece anlatılan masallara |