6
Yorum
34
Beğeni
5,0
Puan
618
Okunma
güneşe and olsun...
senden daha kutlu bir faniyi hiç izlemedi
arz senden daha kıymetli bir hazineyi hiç gizlemedi
göz ve gönül nur dolar
seninle aydınlanır
alev alev yanar içinde ki ateşi
imdadı sensin yanan ateşin
yanık yürekler çağırmakta seni
o nur pınarı sensin işte
güneşinin,
gün ışığının lezzetini, tadını..alamadı
çölde hızlı hızlı gidenler
iz bırakıp yürüyenler
aslında yön tektir
sensin ey peygamber
yol senin yolun
bizzat varoluşun en büyük işaret
en büyük mucize
kalktın bir gece
kutsal bir yerden kutsal bir yere gittin
kapkaranlık gecelerde dolunay nasıl ilerlerse
alımlı alımlı öyle
çıktın, boyuna çıktın
yükseldin kabe kavseyne kadar
daha önce oralara ne kimse çıkmıştı
ne tasavvur
nede hayal
nede ümit etmişti
göz kırpasıya burak’ınla vardığın yere
bin yılda varamazken berk uran melekler
nasıl aşkına dönmesin zeminler ve zamanlar
nasıl tutulmasın burçlar ve felekler
sen var iken kıblem, gök ile yerin arasında
hangi varlığa adansın ya emekler
ya hangi renk ile iltica etsin dallara çiçekler
cemalini gören aşık,
nurunu görmeyen aşık iken
ya rüyada olsun bir kere ermesin mi
nimetin kadrini bilenler için
en büyük nimetsin
en büyük Hakk armağanı
ne hesabı mümkün
ne kitabı harikalarının
usanmaz insan bir bir anmaktan onları
gönüller gıdası, ruhlar şifası
gözlerin feri, şerefin zaferi
dudağının değdiği bir güle bin can feda
eline değmiş bir ele
cihanca cihan feda
*
hicretin birinci senesi
resul-i ekrem, medine’ye teşrif buyurduklarında
içinde cemaatle namaz kılabilecekleri
gerektiğinde toplanıp meselelerini
konuşabilecekleri
bir yerden mahrum bulunuyorlardı
bu mühim vazifeler için
merkez teşkil edecek bir mescit gerekiyordu
efendimiz, medine’de ilk olarak
bu mescidi inşa etmekle işe başladı
şehre ilk girdiklerinde devesi
neccaroğullarından sehl ve süheyl adında ki
iki yetimin üzerinde hurma kuruttukları
arsalarına çökmüştü
iki yetim
ensardan muaz bin afra’nın (r.a.) himayesindeydiler
resul-i ekrem, bu arsayı satın almak istediğini
muaz hazretlerine bildirdi
ancak, bu fedakar sahabi arsanın bedelini
himayesindeki iki yetime vererek
bu büyük şeref ve ücrete nail olmak için
bağışlamak istediğini söyledi
peygamberimiz (s.a.v.) kabul etmedi
sonra da arsa sahibi
iki yetimi çağırarak,
arsalarının bedelini ödemek istedi
iki genç yetim de,
ya resulallah… biz onun bedelini
ancak Allah’tan bekleriz.
sana onu Allah rızası için bağışlarız.
resul-i ekrem, gençlerin bu tekliflerini kabul etmedi
bedeli olan on miskal altına arsayı satın aldı
parayı resul-i ekrem efendimizin emriyle
hz. ebu bekir onlara hemen ödedi
sahabiler tarafından arsa
kısa zamanda tertemiz hale getirildi
resulullahın emriyle kerpiçler kesilip hazırlandı
peygamberimiz (s.a.v.), mescidin temelini atacağı sırada
yanında
hz.ebu bekir
hz. ömer
hz. osman
hz. ali bulunuyordu
müslümanlardan oraya uğrayan biri
ya resulallah… yanında
sadece şu birkaç kişi mi var
resul-i kibriya cevaben
onlar benden sonra işi yönetecek olanlardır.
onu takiben sırayla
temele birer taş koydular
böylece mescid-i nebevi’nin temelleriyle birlikte
dört halife devrinin manevi temelleri de
atılmış oluyordu
mescidin inşasında peygamber efendimiz
bilfiil durmadan dinlenmeden çalıştı
bir taraftan mübarek elleriyle kerpiçler taşırken,
diğer taraftan müslümanları şevk ve gayrete getirici
şu sözleri söylüyordu
taşıdığımız şu yük, ey Rabbimiz
hayber’in yükünden daha hayırlı, daha temiz,
ya Rab …hayır,
ancak ahret hayrı
Sen, muhacirle ensar’a acı
durup dinlenmeden yapılan çalışma neticesinde
mescid-i nebevinin inşası kısa zamanda tamamlandı
her türlü süsten uzak,
dört duvarı kerpiçten olan bu kutsi mabedin
tavanı yoktu
henüz kabe
kıble olarak tayin edilmemiş bulunduğundan
kıblesi kudüs’e doğru idi
dörtgen şeklinde idi
üç kapısı ile bir de mihrabı vardı
mihrap yerine sıra halinde
hurma gövdeleri dizilmişti
minberi yoktu
sadece resulullahın hutbe irat buyururlarken
dayanmaları için
bir hurma kütüğü bulunuyordu
sonraları üç basamaklı bir minber yapıldı
mescid-i nebevi değişik tarihlerde
tadilatlar görerek
bugünkü şeklini almıştı
mescid-i nebevî sadece
cemaatle namaz kılmak için kullanılmıyordu
müslüman nüfusun dini ihtiyaçları da
burada karşılanıyordu
ayrıca,
burada öğretim yapılıyor
elçi ve kabile temsilcileri de,
ilerde görüleceği gibi kabul ediliyordu
mescid-i nebevinin yanına sonradan kerpiçten
önce biri hz. sevde
diğeri hz. aişe’ye
mahsus olmak üzere iki oda yapıldı
odaların üzerleri hurma kütüğü ve dalları ile örtüldü
zamanla resul-i ekrem başka zevceler alınca
odalar arttırıldı
dördü kerpiçten olan odaların beşi ise taştandı
hepsinin üzeri hurma dallarıyla tavanlanmıştı
mescid-i nebevi’ye bitişik odalar yapılınca
peygamberimiz ,ebu eyyub el-ensari’nin evinden
oraya taşındı
mescid-i nebevi ilk yapıldığı sırada minbersizdi
resul-i ekrem, hutbe irat buyurduklarında
kuru bir hurma kütüğüne dayanırdı
uzun müddet böyle devam etti
bilahare, üç basamaklı bir minber yapıldı
artık peygamber efendimiz buraya çıkıp
halka hitapta bulunuyordu
resul-i ekrem, yapılan minbere çıkıp
ilk hutbesini okuduklarında
bir ara
hamile deve ağlayışını andıran
acı sesler ve ağlamalar duyuldu
baktılar, ortalıkta ne hamile deve
ne de deve yavrusu vardı
ağlayan o kuru direkti
kütüğün deve gibi ağlayışını
peygamber efendimizle birlikte
ashab-ı güzin de duyuyordu
bir türlü susmuyordu
fahr-ı alem, minberden inip yanına geldi
elini üstüne koyup teselli edince sustu
hatta hurma kütüğünün
deve gibi sızlamasını işiten sahabiler de
göz yaşlarını tutamamışlar
hüngür hüngür ağlamışlardı
evet,
kuru direk efendimizden uzak kaldı diye
ses verip ağlıyordu
üzerinde yapılan zikrullahdan ayrı kaldı diye
hamile deve gibi inliyordu
kuru direği teselli edip susturan resul-i ekrem
ashabına dönerek şöyle buyurdu
eğer, ben onu kucaklayıp
teselli vermeseydim
resulullahın ayrılığından
kıyamete kadar ağlaması
böyle devam edecekti
resul-i ekremin emriyle bu kütük
minberin altına kazılan bir çukura gömüldü
sonraları hz. osman devrinde mescit yıktırılıp
yeniden tamir edildiğinde,
übeyy bin ka’b hazretleri onu evine aldı
çürüyünceye kadar sakladı
kuru hurma kütüğünün,
cemaatın gözleri önünde ağlayıp sızlaması
hz. resulullahın parlak bir mucizesiydi
evet, cin ve ins
peygamberler peygamberini tanıdıkları gibi
cansız kuru ağaçlar da onu tanıyor
vazifesini biliyor
davasını halleriyle tasdik ediyorlardı
hasan-ı basri hazretleri,
bu mu’cizeyi talebelerine ders verirken
kendisini tutamaz
göz yaşları arasında şöyle derdi
ağaç, resul-i ekreme (a.s.m.)
meyl ve iştiyak gösteriyor.
sizler o resule
meyl ve iştiyak göstermeye
daha ziyade müstahaksınız
ona iştiyak ve muhabbet ise
ancak sünnet-i seniyyesine ittibayla mümkündür
diğer bir rivayete göre,
kuru direk ağlayınca resul-i ekrem efendimiz
elini üstüne koydu ve istersen seni
daha önce bulunduğun bahçeye göndereyim
köklerin tekrar bitsin
hilkatin tamamlansın
yaprak ve meyvelerin yenilenip tazelensin
ve eğer istersen,
evliyaullahın meyvenden yemesi için seni
cennete dikeyim … diye sordu
kuru ağaç, arzusunu şöyle dile getirdi
beni cennette dik ki, meyvelerimden
Cenab-ı Hakkın sevgili kulları yesin
hem orası bir mekandır ki,
orada çürüme yoktur
beka bulayım.
bunun üzerine resul-i ekrem
arzusunu yerine getirdiğini ifade buyurdu
sonra da ashabına dönerek şu dersi verdi
ebedi alemi,
fani aleme tercih etti…
redfer
5.0
100% (21)