Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen yazılan Hayat hikayesinin 42.bölümü
kalptir insanın emin beldesi ya sonra diye ağlayanı geçmişin hüznüyle sızlayanı geleceğin korkusuyla titreyeni kabe’sidir insanın
ateşli telaşların ertesi fırtınadan kıyıya koşmaların gölgesi yangından gölgeye sığınma serinliği nefes nefese adımlanan yokuşların zirvesi sıcak arayışların kesik sesi
şahittir taşlayanlara bel bağlayışı vefasızlara aldanışı taşlayanların ardından dünyaya razı olamayışı bu dünyaya kanmayışı kanayışı öteler için
elçi’nin emin belde arayışına şahittir ayrılık uçurumlarından ayaklarını uzak tutuşuna hasretini sona, en sona saklayışına sığ buluşmalardan hoşlanmayışına anlık kavuşmalarla doymayışına şahittir.
* müşriklerin insafsız ve merhametsiz tutumu, resul-i kibriya efendimizi fazlasıyla müteessir ediyordu bu sebeple taif’e gitmeye karar verdi maksadı, kureyş müşriklerine karşı taif’te oturan sakif kabilesinden kendisini korumalarını islam davasını kabul etmelerini istemekti
taif, arabistan’ın mühim yerlerinden biriydi bağ ve bahçeleriyle şöhret bulmuştu resulullahın süt annesi halime’nin mensup olduğu beni sa’d kabilesi buraya yakın oturuyordu
efendimiz, bu belde sakinlerinin islama alaka duyup imanla şereflenebilecekleri ümidini besliyordu bu ümidi tahakkuk ettiği takdirde kureyş müşriklerine karşı büyük bir güç de elde etmiş olacaktı
tarih, bi’setin 10. yılı şevval ayının 27’sini gösteriyordu reesul-i kibriya efendimiz hz. zeyd bin harise ile birlikte, mekke’den ayrılarak taif’e vardı gizlice orada sakif kabilesi ileri gelenleriyle görüşmeye başladı islam dinine davet etti onları
kavminden muhalefet edenlere, kendisiyle birlikte karşı koymalarını talep etmek için geldiğini anlattı kaldığı on gün zarfında hiçbir müspet netice elde edemedi üstelik hakaret ve istihza ile mukabele gördü türlü türlü ithamlara maruz kaldı
reislerinden biri Allah, peygamber göndermek için senden başka kimse bulamadı mı… diyecek kadar küstahlıkta ileri gidip mübarek kalplerini hüzne boğdu
bir başkası, vallahi…ben hiç bir zaman seninle konuşmayacağım çünkü, sen şayet dediğin gibi Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber isen senin sözünü reddetmekle kendimi büyük tehlikeye atmak istemem
eğer, sen Allah’ın peygamberiyim diye Allah adına hilaf-ı hakikat konuşuyorsan o takdirde de ben seninle konuşmaya lüzum görmem
resul-i ekrem efendimiz bu davranışları ve sözleri üzerine sakiflilerden hayır gelmeyeceğini anladı çok üzüldü
müşriklerin bu durumu haber alıp cüretlerini arttırmalarından endişe duyduğu için de yanlarından ayrılacağı sırada onlara bari konuştuklarımız aramızda kalsın başka kimse duymasın dedi
ne var ki, şirk inancının kuvvetle yaşandığı ikinci bir belde olan taif sakinleri resul-i zişanın bu arzusunu da kabul etmediler gençlerinin islamiyete alaka duymalarından korkarak iki cihan güneşi efendimize şöyle dediler
memleketimizden çık nereye gidersen git kavmin ve hemşehrilerin söylediklerini kabul etmeyince çıkıp bize geldin vallahi, biz de senden elimizden geldiğince uzak duracağız isteklerini kabul etmeyeceğiz
lat ve uzza’ya tapmakta mekkeli müşriklerle yarışıp duran sakifliler bu çirkin sözlerle de yetinmediler. beldelerinde misafir olarak bulunan cihan peygamberine ayak takımını ,sokak gençlerini ve kölelerini kışkırtarak saldırttılar
gözü dönmüş, kendini bilmez küstahlar yolun iki tarafında sıralanarak kainatın efendisi ve hazret-i zeyd’i taşa tuttular resulullahın mübarek ayakları kana bulandı öyle ki, isabet eden taşların açtığı yaraların acısı yürümeye engel olur hale geldi
resul-i ekrem, zamanzaman oturmak zorunda kaldı lakin bu vicdansızlar, her seferinde onu zorla ayağa kaldırarak yeniden yaralı ayaklarını taş yağmuruna tutuyorlardı ayak takımı, peygamber efendimizi ızdırap içinde bırakırken taşlarıyla beraber kahkahalar da savuruyorlardı
hz. zeyd, hayatını hiçe sayarcasına vücudunu resul-i kibriya’ya siper etmişti şirk ehlinin elinden çıkan taşların ona ulaşmasına mani olmaya çalışıyordu fakat nafile idi o da kan revan içinde kaldı
resul-i ekrem, bu adice saldırıdan ancak kendini bir bağa atmakla kurtarabildi bağın sahipleri kendilerine uzaktan akraba sayılan utbe ve şeybe bin rabia adında iki kardeşti
resul-i ekrem bitkin bir vaziyette kendisini bir asmanın altına attı insanlığı utandıracak bu adice saldırının tesirinden biraz olsun kurtulduktan sonra şu hazin münacaatta bulundu…
Allah’ım kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı halk nazarında hakir görüldüğümü ancak sana arz eder sana şikayet ederim.
ey merhametlilerin merhametlisi olan Allah herkesin hakir görüp de dalına bindiği çaresizlerin Rabbi ancak Sensin benim Rabbim de ancak Sensin Sen, beni kötü huylu yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek kadar merhamet sahibisin.
Allah’ım yeter ki, Senin gazabına uğramayayım ne çekersem ona katlanırım fakat senin af ve mağfiretin bunları bana yaptırmayacak kadar geniştir.
Allah’ım Senin gazabına uğramaktan ilahi rızandan uzak durmaktan Senin o zulmetleri aydınlatan ve ahret işlerini yoluna koyan ilahi nuruna sığınırım.
Allah’ım Sen razı oluncaya kadar, affını dilerim Allah’ım her kuvvet, her kudret ancak seninle kaimdir.
bağ sahipleri, resul-i kibriya efendimizin maruz kaldığı menfur saldırıyı uzaktan seyretmişler acıma duyguları harekete geçmişti köleleri addas’la efendimize biraz üzüm göndererek ikramda bulundular
addas tabak içindeki üzümü alıp peygamber efendimize getirdi resul-i ekrem üzümü, bismillah… diyerek alıp yemeğe başlayınca addas’ın dikkatini çekti kendi kendine vallahi… bu sözü bu beldenin halkı bilmezler ve söylemezler
fahr-i alem efendimiz ey addas, sen hangi dindensin addas, ninevalıyım ve hristiyanım efendimiz…demek, sen o salih kişi yunus ibn-i metta’nın hemşehrisisin
addas… sen, yunus ibn-i metta’yı nereden biliyorsun efendimiz…o, benim kardeşimdir o bir peygamberdi ben de peygamberim
addas kendisini tutamadı resulullah efendimizin başını, ellerini ve ayaklarını öptü manzarayı uzaktan seyreden bağ sahiplerinden biri diğerine senin adamın, gözünün önünde kölenin itikadını bozdu
addas, yanlarına dönünce de ikisi birden ona çıkıştılar yazıklar olsun sana, addas sen bu adamın başını, ellerini ve ayaklarını nasıl öptün addas’ın cevabı şu oldu yeryüzünde, bu zattan daha hayırlı bir kimse yok bana bir şey bildirdi ki, onu ancak bir peygamber bilebilir
resul-i ekrem efendimiz, bağdan ayrılıp düşünceli düşünceli teessür içinde yoluna devam etti mekke’ye iki konaklık bir mesafe kalmıştı ki zatını bir bulutun gölgelemekte olduğunu gördü dikkatlice bakınca bulutun içinde hz. cebrail’i fark etti cebrâil (a.s.),efendimize seslendi
şüphesiz Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti sana şu dağlar meleğini gönderdi kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin
o anda görünen dağlar meleği emrine amade olduğunu istediği takdirde ebu kubeys ile Kuaykıan dağlarını müşriklerin üzerine kapanırcasına birbirine kavuşturabileceğini söyledi
şefkat ve merhamet kaynağı resul-i ekremin arzusu başka idi. dağlar meleğine şu cevabı verdi hayır, ben böyle bir şey istemem istediğim tek şey Hak Teala’nın bu müşriklerin sülbünden Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır
peygamber efendimizin maksat ve gayesi insanları beddualarla yok etmek bela ve musibetlere uğratıp perişan etmek değildi aksine, insanların imana kavuşması hidayete ulaşması ve ebedi saadete ermesiydi
her adımını bu gayenin tahakkuku için atıyor her hareketini bu ulvi maksat için yapıyor her teşebbüsünde bu eşsiz hedef bulunuyordu bu sebeple her dakikası bir nevi ibadetle geçiyor ve her anı nurlu bir manzara olarak maziye akıp gidiyordu
peygamber efendimiz, taif’ten dönüşünde mekke’ye varmadan nahle adlı mevkide bir müddet istirahat etti namaza durduğu bir sırada nusaybin cinlerinden bazıları oradan geçerken, efendimizin okuduğu kur’an’ı duyunca durarak dinlediler ve orada müslüman oldular sonra da kavimlerine dönerek onları imana davet ettiler
kur’an-ı kerim, bu hadiseden bize şu şekilde haber verir. ‘hani, kur’an’ı dinlemeleri için cinlerden bir topluluğu sana göndermiştik. huzuruna geldiklerinde, birbirlerine susun… dediler. kur’an okunduktan sonra da inkar ve isyandan sakındırmak üzere kavimlerine döndüler
ey kavmimiz dediler biz musa’dan sonra indirilen kendisinden önceki kitapları doğrulayan hakka ve dosdoğru bir yola ileten bir kitap dinledik
ey kavmimiz sizi Allah’a çağıran peygambere uyun ve ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve acı bir azaptan sizi korusun…’
peygamber efendimiz, mekke’ye yöneldi kureyş’in kendisini kolay kolay mekke’ye sokmayacağını biliyordu bunun için o zamanın adetine göre birinin himayesi altına girmesi gerekiyordu
hira’ya varınca birini göndererek müşrik mut’im bin adiyy’in himayesini istedi mut’im isteğini kabul etti ve oğullarını silahlandırarak kendisi de beraberinde olduğu halde efendimizi hira’dan alarak mekke’ye getirdiler
müşrikler, mut’im’in bu hareketine çok kızdılar ama ses çıkarmadılar fahr-i alem efendimiz müşriklerin kin saçan bakışları arasında kabe’yi tavaf etti harem-i şerif’te iki rekat namaz kıldı ve oradan evine gitti
başta peygamberimiz (s.a.v.) ve bütün müslümanlar müşrik olan mut’im bin adiyy’in bu iyiliğini ömürleri boyu unutmadılar resul-i ekrem, onun bu iyiliğini müşriklere karşı kazandığı bedir zaferi sonrasında bile yad etmiştir.
mut’im’in oğlu cübeyr bedir esirleri hakkında konuşmak için medine’ye gelmişti peygamberimiz (s.a.v.) onu kabul etmiş ricasını dinledikten sonra şöyle demişti eğer, baban mut’im hayatta olsaydı ve şu adamlar hakkında ricada bulunsaydı şüphesiz ben onları mut’im’e bağışlardım
* toprağa gömülü tohum gibi kabuğunu çatlatmak için, için için kaynıyor elçi dal budak uzanmak istiyor ahrete sonsuzluğun yeşil ovalarında sakinleşiyor ancak
yarım kalmayacak diye fısıldıyor kalbi ayağını kanatan taşlardan sıyrılıp hecehece kalbimizin çağırdığı yere çağırıyor bizi kalbimizin arzularına nöbetçi hiç susmayan tesellici hiç usanmayan müjdeleyici
incirler çoğaldıkça zeytinler olgunlaştıkça taifin kalbi olacak elçi vaktin kuru dal uçlarından tebessüm diye hasat edecek hüzünlerimizi ömür ağacımızın sıcacık meyvesi diye avuçlarımıza dökecek korkulu bekleyişlerimizi
hira dağı durdukça taifin ufuklarına ışıklı müjdeler düşürecek elçi asasıyla dokunacak taş katılığındaki kalplere yaracak dünyanın kan kızılı denizini… şerha şerha..
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Çok güzeldi,çok acıklıydı, öğüt,sevgi ve iözlem vardı, Hakikat vardı, o çok güzel yüreğine sağlık Üstadım , ders vericiydi,akıcı anlamlı düşündürücüydü kutluyorum Dualarımla selamlarımla
toprağa gömülü tohum gibi kabuğunu çatlatmak için, için için kaynıyor elçi dal budak uzanmak istiyor ahrete sonsuzluğun yeşil ovalarında sakinleşiyor ancak
yarım kalmayacak diye fısıldıyor kalbi ayağını kanatan taşlardan sıyrılıp hece hece kalbimizin çağırdığı yere çağırıyor bizi kalbimizin arzularına nöbetçi hiç susmayan tesellici hiç usanmayan müjdeleyici
Değerli hocam bunu mutlaka kitap haline getirmelisiniz kalıcı olması ve unutulmaması adına... Yürek sesinize gönül dolusu tebrikler. Elinize, emeğinize sonsuz teşekkürler... Sonsuz saygı ve selamlarımla hocam...
Her yazdığın şiir bahçe gibi içinde dolaşmak olağanüstü güzellikte. Yürüyorsun karşına cennet meyveleri çıkıyor dokunup kokluyorsun çiçeklerini hepsi mis. Gözlerimizin önünde büyüyorlar hele incir en çok sevdiğim meyvedir.
Ansızın karşıma zeytin ağacı çıkıyor, emekleyerek büyüyen zeytin ağacı. Bütün gün yanından ayrılmıyorum.
hira dağı durdukça taifin ufuklarına ışıklı müjdeler düşürecek elçi asasıyla dokunacak taş katılığındaki kalplere yaracak dünyanın kan kızılı denizini… şerha şerha..
Cenab-ı Hak bizleri Yüce Resûl'ümüzün (sav) şefaatine nail olanlardan eylesin inşallah 🙏 "Bir hayalim vardı Alemlerin Efendisinin hayatını bir eser haline getirmek" Rabbim nasip etsin inşaallah. Sayısız şiirlerinizle bizlere Yüce Resûl'ümüzü (sav) her zaman hatırlattığınız için Allah râzı olsun. Sonsuz selam ve dua ile. Allah'a emanet olun.
öğüt,sevgi ve iözlem vardı,
Hakikat vardı,
o çok güzel yüreğine sağlık Üstadım ,
ders vericiydi,akıcı anlamlı
düşündürücüydü
kutluyorum Dualarımla selamlarımla