Eski Bir Eylül HikayesiAğustos yaprakları alnından vurdu Artık benizlerinde ölü sarılığı barındıran her ağaç bir musalla Ve ağlayan her göz bir gassal!.. Öyleyse göndere çekilen bayraklar gibi Dalga dalga gidenler ağıtlansın. Tabut taşıyan rüzgarların ardı sıra, Eylül’ün biri;seninde kulakların çınlasın!.. Hazan görmemiş bir kamışı neyzen ney/lesin? (!) Çiğ sesler titretirken Eylül’ü; Kınından fırlayan hançerler Geleceğe sırtında tomurcuk taşıyan karanfil edasıyla Ümüğünde ilmek ilmek çilesini örgüler Ve gür bir ses Gülümseyerek haykırır doğmamış bebeklere sehpada, Diyorum ki: Zaferler ilk gidenlerin vaveylasıdır.. yani Mustafa!.. Eylül’ün biri! Hiç unuttuğun oluyor mu Ölümü düğün, kefeni gelinlik bilenlerin Hafif hafif çiseleyen Haziran gecelerini?! Kıbleye dönerken tuğdan gövdeleri; Selçuk’u hatırlıyor musun, ya Halil’i? Serin ırmaklar bıraktım akşamların akışına Ve bu mevsimde yazmıyorum hiç kimsenin Hazar bakışına Deryalar kendi halinde kalsın turnalar kendi göçünde Müştakk bir hevesle beraber Hırpani yalnızlıkta kalsın şair ve Ay şemm’inden yoksun bir keder içinde.. (!) Vakit tamam çiçekler solduran Eylül’ün biri, Az sonra kulakları sağır eden rüzgarlar misafir eder gece Ey gözümün kararan yanına bıraktıklarım Bir tetiğin boşluğunda bir devrin yol çatındayız işte Siz sağ ben selamet!.. Çünkü dokuz doğuran sonbaharların Yankıladığı yanık mapushane türküsüdür Ahmet!.. Elaziz geceleri, ak alnı Mushaflı Cengiz’i söyler sabahlara dek Güz koyaklarında gizli gizli güller ağlar Müşfik bulutlara sarılır kimileri Kimileri balkonlardan el sallar Kim bilir çığ gibi yuvarladığımı isyanı Basarım sonbaharı ve vuracağım tutar Eylül’ü tam on ikiden Düşerim uçsuz yarlardan çığlık çığlığa “İki kere asılır mı bir insan ulaann!” diyerek Dağlar taşlar kurtlar kuşlar hep cinnetteler Ve seherde oğluna sarılıp ince ince yağar anneler… Bu nasıl bir mevsimdir Allah’ım.. Dizlerim çözülüyor bozuluyor kıyamım.. Gök ekinlerimizi yolmuşlar, mezar taşlarıyla süslenmiş yollarım Merve’ye yaklaşıyorum Safa’da kalıyorum Bu zamana sığmıyor telaş içindeki Sa’yım!.. Çocukların derdinde olan her baba gibi gözü arkada kalır İsmet’in Öyle bir vebaldir ki yıkar bütün baharların apoletlerini. Cevdet masum çocukların cezalı ele başıdır, Yürür!.. firar hakkını adaklar ve düğümler darağacına! Bayram arifesi hüznüdür Fikrim mütebbessim duruşuyla, Ömrünün en güzel uykusu olmasaydı idamı Ve uzatmak isteseydi vuslatını Bakışıyla yıkardı korkakların başına bütün sehpaları!.. Gitti Fikri zikrinden emin… Ali Bülent: Oyy! Tavrına kurban olduğum, Eskimeyen bir Eylül hikayesi!.. Kaybedilmiş amaçları olanların aksine Ne kadar kokuşmuş düzen varsa, senden kalma edilecek küfür var! Eyy ölüme koşanların yakışıklısı De heyyyyy Allah’ın delisi! Bir sonbahar söylet bana sövgülerimden sıyrılmış, Bana bir esaret daha desinler direnişinden diriliş destanı yazmış.. Senin gibi işte senin gibi İşkencede göğsündeki taşları yok sayan Kurumuş dudaklarında Kevserler çağlayan Bilal-i Habeş gibi! Söyle şimdi hüzn-ü pi’rim Gidişini beynime çivileyen paslı Eylülleri nasıl sevebilirim? Kırılmış kalemleri savruluyor Eylül’ün bir/den bir/e (!) Ağladı ağlayacak gökyüzünde sessiz bir yas havası.. Sancılanıyor şafaklar, dokuz doğuruyor zaman Güzel gidenlerin gül yüzleri yansıyor doğan her güne… Eylül’ün biri günahkar koynuna sunuyorum intizarı Cemseler dolusu ihanet taşısan Taşlasan, joplasan, topa tutsanda Engelleyemezsinki yüzyıllar evvel sönmüş yıldızların yansımasını!.. Karanfil küstüren, güller kurutan Eylül’ün biri; Yerle bir olsun düzenin.. ki adın bir daha gidişlerle anılmasın, Eski yangın yerlerinde küller içinde ……………………………………dolaşıyorsam deli divane Ciğerim yanıyor ciğerim.. Eylül sende yanasın!. 01.09.2008 |
öylece kaldım.kutluyorum.saygılarımla...