Misal… CumartesiKorktun mu titrek kandilim? Sadece zordu yol tutuşu ve kavranışı Sert, kıvrımlı belinin… Fırıl fırıldı. Neden çabalıyorsun yüz kızartıcı suç detektifi? O belini kavrayanı değil de elini tutmayı dileyeni arayacak. Ola ki düşerse, tutamasın diye onu… Kaysın terleyen günahkâr elleri kimseyi kirletmeden. Düşüşü düşe benzer, aklından hiç gitmez adamın. Kalan son gününü cebellezi edişin hatırlanır, kadının… Pazartesileri “öldüm ölesi” sevmedi, Pazar ölenleri Pazartesi gömdü mortocular. Ertesini sevmiyorsa, nasıl sevsin çakaralmaz başını? Pazarı da sevemedi, oysa sevmekten yanaydı. Salıyı pek sallamadı, kimin salı ise o sallasın dalgalarda. Çarşamba… Pantuflacı… Semt pazarı günüdür. Kalabalık, sulu sulu, kütür kütür… O meyveleri çürümüş, demli demli sever oysa Misal Chablis, misal Muscadet. Vurur dibine, vurur çarşambaları… Perşembeye uğursuzluklar yüklemişti bir cadı. Çok ağlatmıştı merdiven köşelerinde kaşlarını… Gözlerini çatmıştı ona, bir gün cimcime tadı da öldü. Diriltti, en yakın dostu yaptı, canını yıkanı… Süpürgesini taşıdı, uçmayı da unutturdu ona. İşe yarar bir referans oldu büyünün serbest piyasasında. Cumanın mübarekliği kalmadı, cadı kazanında yemek pişti. Gazetenin magazin sayfasının üzerinde açtı orucunu… Hep aradığı palyaçoyu orda buldu, yemeye koyuldu. Yedikçe susadı, çünkü tuzluydu dili palyaçonun. Kaç ten tadıp, susadığı meçhuldü. Cumartesiyi sevmemek için neden yokken, Aynı gün tıkınmak için neden çoktu. Bir yerinden ısırıp kanatacaktı ya makul talihini… Bir cadı, bir palyaço derken… Bir onu, bir bunu yerken… Vazgeçti çürümüşlerden, tütsülenmedi bir daha. “Pazara bağlanıyorsun” dedi, gecenin gözünün üstüne kaş çizerek. Cumartesiden soğumak için bir neden buldu. Sanki çok menem bir şey bulmuş gibi, oturdu; Ağladı… Aliye Aybüke Özdemir |