KİRAZ AĞACI (17)
Şİmdi
sana yazdığım bu şiir 17.nci ise eğer, buda diğerleri gibi „Günah çıkarma“ katagorisine girer. Güneşi gördün yine, büründün bahar rengine, olgunlaşıp şekerlenmeden bu yaz, küpeli meyvaların yine seninle dertleşeceğim biraz Kiraz Ağacı’m. „Hayrı sonunda olsun!“ diyelim; Ülkemde herşey kötüye yaklaşıyor, “sonu hayırlı olsun!“ bile diyemiyor dilim, İnsan denen yaratık gittikçe başkalaşıyor. Söylenecek şey o denli çok, ama söylemeye nedense hakkım yok! Zülfü Livaneli’den bir türkü son günlerde takıdı dilime alıp götürüverdi beni 77’lere bilmem neden,(*) Bende takılıp-gidiverdim peşinden. Bu 2 yıllık hatıra „Bir Damlacık Ankara“ bana birçok solcu türkü, slogan ve marş ile olmuştu arkadaş. Biz Siyasal Bilgiler Fakültesi’de ARI TİYATRO grubu olarak -yani salt, karışıksız (aynı zamanda çalışkan) sanat- Fransız Kültür Merkezi‘nin desteğiyle Jean Paul Satre’nin „ÇARK“ oyununu sahneye koyuyoruz ve onun Ankara’ya getirilebileceğini umuyoruz. Tabiki bu bizim için iki-üç numara büyük bir olay; Fransız-Türk Kültür Merkezi içinse kolay! Aynı yıl Halil İbrahim Ergün SAHNE GRUBU‘nda „Santrofor neden asıldı“ oyununda santroforu oynuyor. Aynı çatı altındayız , ama sanatta karşıt bakış açındayız. Onunla bir gün meyhanede karşılaştık, doğum yıllarımız aynı, çabucak kaynaştık. O durmadan yıkamaya çalışıyor beynimi, Ben de o akşam tanımıştım Zülfi Livaneli adlı birini. Sen onu tanımazsın Kiraz Ağacı’m, ama sanırım o tanır seni. Nereden mi? Baharı müjdeleyen Çiçeklerinin renginden, kelebeğinden-böceğinden, bal toplayan arından, kızıl küpeli meyvalarının tadından, birde adından. Bense onu bu kısa gençlik anımdan; Solcu ve entellerin gittiği bir meyhane, -adı Yakamoz’mu, Mahzen’miydi ne- Siyasal Bilgiler Fakültesi rozetini yakasına iliştirmiş, bıyığı yeni terlemiş ben, Can, Deniz ve karşımızda Rana Cabbar, Can’ın babasını tanıyor, tanınmış bir yazar; „Seher yeli çık dağlara, Biz güneşi nerde ve hangi dağlardan toplayacağımızdan bi haberiz; „Umutların arasından, Namalerini sardalya kutusuna dizili balıklar gibi 10-15 kişi, önlü-arkalı ve yan-yana 8 kişilik bir masada elde meze dolu tabaklar, yarı boş-dolu bardaklar; „Seher yeli yar gözünden, Diye mırıldanırken, ardımda oturan bir gence meze tabağını omuz üstümden verirken tanışmıştım Zülfü Livaneli adlı biriyle. Yayınevi sahibiymiş, eşiyle birlikte gelmiş. Buna da pek emin değilim, belki de hatırladığım başkasıdır benim? Uzun yıllar geçti aradan teyp kaseti ve radyodan onun birçok türküsü kulaklarımda çınladı ama „Geceliyi gökyüzünden güneş toplayanı“ beni o denli etkilediğinden, hiç-mi-hiç düşmedi dilimden. Nedenmi yazdım bunları sana Kiraz Ağacı’m? Bak anlatayım; Bugün ben bu türkünün eşliğinde dört diyara haber ileterek, sonunda zafere ulaşılacağımızı kesinlikle bilerek; Leylak daireli çerçeveler içinden gece-gündüz demeden İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR!“ yazılı erkek, kadın ve kızlı dostlarimla güneş topluyorum sosyal medyada karanlıkta! Ama arkadaş sayım 500’ü aştı! Yaptığımın „doğru-olup-olmadığını“ Şimdi düşünmeye başladım Kiraz Ağacı’m. Bilim adamlarından biri; „Yürümek, dengeli bir düşüştür!“ demiş vede eklemiş; „Düşe-kalka yürüyerek kurarız dengemizi“ İlkin yere yüz üstü dönerek, karın üstü-yarım gövde doğrulmak, sonra emeklemek dört-ayak, kıç üstü düşülüsede yılmadan yeniden ayağa kalkan insan, sonra bir yerlere tutunarak yan-yan sıralayacak, bıraksa bile kısa bir an ellerini, düşse bile, yılmadan yerinden kalkacak yine, böylece öğrenecek bağımsızca yürümeyi. Bende bu düşe-kalka bağımsızlaşmak yarışına Sosyal Medyada arkadaş toplamakla başadım Kiraz Ağacı’m. „Kafa dengi arkadaş bulmak, buldunmu onu korumak“ bilirim zor bir meseledir. Ama konu „İSTANBUL SÖZLEŞMESİ“ oldumu, sorun hiçte öğle değil! Çünki sanal olarak; Zevkle kurulmuş bir sofraya kurulmak, inan çok keyiflidir. Yemek, şiir, fıkra, pasta, börek ziyafetine konuk olmak emsalsiz bir şeydir! Göz bebeklerinden mutluluk akan gençlik fotorafları, kâh doğum, kâh ölüm, kâh anı kartları, kedisi, kuşu, çiçeğiyle, mezesi, rakısı ve unutulmuş bir şarkısı eşliğinde ölesiye doymak, gülesiye var olmak, kâh düşünen-kâh kızan, küfreden, karşı çıkan yalnızlıkları ekranda paylaşmak, kucak-bağır açarak, dosthane kollarla sarılıp-kucaklaşmak! Bu dost, bu akraba, bu fıkra, bu hatıra, bu sanal dünya, bu engin deniz biziz! Sana bu şiirim soyut yani anlamsız gelecektir bilirim, Günün birinde bil ki; İSTANBUL SÖZLEŞMESİ Somut bir ispat olarak „Geceliyin gökyüzünden günes toplayarak" başarıya ulaşacaktır mutlak! Büyük-küçük, akıllı-cahil, zengin-fakir, yaşlı-genç ve kadın-erkek gibi farklı olmaları bence önemli değildir! Önemli olan insanın; Köklü bir ağaç olduğunu farkederek, bu kökün dal, yaprak ve meyvaları olduğunu bilmesidir sanırım, Kiraz Ağacı’m. (*) 1977 ile 1979 yıllarında Ankara Siyasal bilgiler Fakültesi’nde okumuştum. |