HOLLYWORLD
Düşüyorum Anne, habersiz – sırtından bu hayatın
Sabahın içine birikmiş bu geceliği nasıl yakacağım diye - Yılbaşı akşamı bir İsa korosuyla ağlar gibi, düşünüyorum Karanlığın atardamarından doğuyor: Gölgemin sonsuz dövüşü, artık Çıplak topluluğun elektrikli tenlerinde gezen Güneşin tüm renkleri, döşenmiş kumsalların ergenliğine Törpülenen beyinlerimizin güneş yağına – Sürüyorum, umudun kremini… Düşük, renksiz bir alanı aşındırıyor – yargısız dolunay Bugün hüzünlü rıhtımlara sarkıtmış gökyüzü ışığını Birazdan ağlama rengi de çöker, gümülü sokaklarına bu kentin Oturaklarının tahtası - külle karışık Önümdeki kör bir parkta Ölümün keyfine uzanmış, toprağın bağrı Sanki tekinsiz zamana – korkudan klonlanmış Ağaçların delik deşik edilmiş yaprakları Hınca hınç bir kıyamet ekspresinin kefenini dokuyor, tüm tezgâhlar Taksim önünde bir böcek, kalçasını bükerek ayaklanıyorken her çiçeğe Damarlarımdaki kanla besleniyordu: Yakıtı yer yağı her sivrisinek Metamorfoz geçiren gökdelenlerin, kemikleşiyor sazlıkları Sökülürken ağaçlar, bir orman uyumuşluğumu gömüp Ölümün entarisiyle önümden esen, tiksindi bir yelin / cereyanından Üşütecek bir gün Çocuksu mücevherlerini yitirmiş Üstü açık uyumuş aklım Kömürleşecek fosilimin odunu bir cehennem ateşinde Dudaklarımda yasak bir meyvenin ince kabuğu Bir açılışı bekliyor gibi, tedirgin adımlarım İsrafil’in borusunu çalacak, gerçekliğin kucaklayışını Bir sirk çadırından, az daha büyük bütün dünyam Sık dokunup öyle mi dokunmuş belleğinizin kemerinde - Uzun mu yapraklarınız, kuş dallarını ören ağaçlıklar kadar Kaç can kararması, buruşmuş ellerinin üzerinde - şu dünya ocağının Kan gibi çoğalamamış / havada pike yapan uçaklardan Kışlıkta enfeksiyon geçirmiş bir adamın, çarşaf gibi sümkürmesi halinden Kırık düşlerin kireci gözlerimizin yelkeninde fora Kırpık, solan bir gülü koymuştum cüzdanıma Toz toprak kokan soluğuna, ekmiştim yeşilliğimi Saksımın tabutuna gömülürken, gördüm ölümünü Sürekli birbirini gömen bizler gibi – Bir düş özünden yapılmış Kâbe’nin revakları Sökülüyorken geninden İslam’ın Renklerini yitirmiş, yanmıyor ışığı artık Farelerin kudurduğu gemileri kendine çeken limanlar gibi: Bütün yolculukların yağmalandığı yerdeyim ben Ve küstümotlarından yaptırıyorum yatağımı Boşarlarken güneşi karanlık köşelerde – İçim ısınsın diye: her gün çiçeklerini kokluyorum aşkımın Kalesi elden gitmiş bir satranç takımım var Bir bilgisayar organizmasında tespih çekiyor hayatım Yeni havarilerin kalp spazmına / Ismarlama aklım Kışlıkçılara soğumamış henüz, evlerin odaları Temizlikçi bulutların yağmuru durdu artık Dul kalmış gökyüzünden Şimdi ağır ağır siner yazlıkçılara, bu mevsim susuzluk Kurumakta yağmurun sulu zemheri, külrengi bulutluklar da Barajlarla zincirli tüm akarsularınızın üstü, özgürlüklerimize… Ağaçların yapraksız örtüsünde - tutulamayan meyveler gibiyiz Bir tek sevgilimin dudaklarında yavaşlıyor, kalbimin ritmi Onu öpebilmek için… Kırmızı yularına dolanmış soluğuma bir ödünç rüzgârı Kurşun dökmekte, her uzvu – yirmi dört ayar – Eski bir çoban gibi, içimin sürülerini dizginliyorum / günde beş kez Yüreğimin afişlerini dokuyorum: sararmış kataloğunda defterimin Bin bir çeşit kitap gezdim, omzumda borazan dilli bir papağanla Bir canavar fosilini giyinip öyle çıkıyorum, her gün yola Bir gelinin düğün fotoğraflarına benzer değişim yaşamış Ulema toplantılarında soyulmuş, yasak meyvemin ten rengi Renkli ekranların suikastlarında Savaşan miğferli azizlerin köpüklü dansı Büyüyemeyeceklerimin mezarında 2014 |