Kara Sevdanın Dilsizliği Dün Gibi
Kara Sevdanın Dilsizliği Dün gibi
80 li yıllardı her anımızı, acımızı mutluluğumuzu birlikte paylaşırdık komşuluklarımız bir aileyi aratmayacak güzellikteydi Aklınızın almayacağı kadar büyük bir aile idik Şöyle gözünüzün önüne getirin onlarca evin ortasında bir avludasınız farklı illerden gelip komşu olmuşsunuz ve siz onlarla kan bağı değil can bağı kurmuşsunuz tarihin taşlarına kazınmış dostluk kardeşlik komşuluk günleriniz Çeşmeden su yok tulumbadan çekiyorsunuz Evde elektirik yok gaz lambasında hayatınız aydınlanıyor O kadar insan tek bir banyo ve tuvaleti ortak kullanıyor O dev gibi marketler yok bunun yanında kredi kartı borcuda yok mahalenin bakkal amcası olurdu tereddüt etmeden istediğiniz kadar alış verişimizi yapardık borç defterine yazarken sürat asmazdı bakal amcamız sevgi samimiyet güven vardı Ciddi bir hastalık olmayınca doktor nedir bilmezdik Bildiğim tek ilaç aspirindi oda bakkal amcada olurdu Doktordan bahsetmisken o dönemde bugün ki gibi ağır eğitim yoktu İlk okul orta okul ve liseden sonra devlet memuru olabiliyordunuz Kimse üzerinizde eski kıyafete bakmaz yamaları gönülleri ile dikerlerdi Kışın giyilen lastik ayakkabı utandırmaz tek çanta ile mezun bile olunurdu Lüks yaşamak ilkelik bir hastalık gibiydi bizler için Benim vazgecilmezim en büyük keyfim dinlemekten zevk aldığım mavi bir radyomuz vardı hafta içi her gün 10.00-11.00 saatleri arasında “Arkası Yarın” sürekli radyo piyesleri yayınlanırdı Bizim çocukluğumuzda televizyon çok yaygın değildi. sadece Tv’ler siyah beyaz olur tek kanal TRT izlenirdi Lükse kaçtığı icin ancak bir kaç ailede bulunurdu Akşam oldu mu annelerimiz gidin bakın Fatma teyzeniz müsaitse akşama oturmaya geliyoruz dersiniz Bizde heyecanla koşa koşa gider Fatma teyze müsaitseniz size geleceğiz Fatma teyzede tabi ki kuzum buyrun derdi Akşam yemeği yendikten sonra komşularla Fatma teyzelerde toplanırdık Fatma teyze biz gitmeden çayı ocağa koyar bayat ekmeklerden yaptığı kömbelerin mis gibi kokusu misafirlerini beklerdi Büyüklerimiz bir yadan sohbet eder örgüsünü dantellerini örer bir yandan da tv izler çaylarını içerlerdi Biz çocuklarda arada bir birimize bilmece sorar çekirdeğimizi çitler ta ki İstiklal Marşı okunup Bayrağımız göndere çekilene kadar Dostluğu kardeşliği yardımlaşmayı paylaşmayı o yıllarda öğrendik Fatma teyzenin küçük oğlu Zafer ile aynı okulda okuyorduk en iyi arkadaşımdı Zafer Ben çok fakir bir ailenin en küçük kızıydım spor yapacak bir ne ayakkabım nede eşofmanım vardı kitaplarım eksikti aynı avluda oturduğumuz Fatma teyzenin oğlu canım arkadaşım Zafer’in kilerini ortaklaşa kullanırdık Zaferin ablası Fadime abla benden büyük olmasına rağmen onunlada çok iyi anlaşırdık Zafer ile ben bir elmanın yarısı gibiydik Gecemiz gündüzümüz birlikte gecerdi Akdenizin mis kokan denizi toprak avlunun kokusu bir kaç kilometre uzağımızdaki zeytinli bahçedeki zeytin ağaçları ve portakal ağaçlarının kokusu bir başka güzeldi Gecenin sefası ağaçlarda kuşların cıvıltısı yaprakların dansıyla havluya serilen döşeklerin üzerinde ninni gibi gelirdi komşularımız ile huzur içinde güven ile yatardık Korku yoktu o zamanlar kapılarımız sonuna kadar açık kalırdı namus telaşı olmazdı bir aile gibiydik O yılların özgür çocuklarıydık sokaklarda toz toprak içerisinde kanter içinde kalanadek gülüp oynardık Şimdiki nesil ile kıyaslamaya kalkarsak en garibi sokak ortasında sahibinin elinde tep ile “ayı oynatmak”tı. kimimizin elinde pamuklu şeker kimimizin elinde Horoz şekeri hayretler içinde izlerdik Üstü başı tuhaf bir çingene beline sardığı zincirin ucunu, Ayının burnuna geçirilen halkaya takmış elindeki sopayla ayıyı dürtmesi ile uygun hareketlerle zıplaması, sopaya tutunarak iki ayağının üzerinde dikilmesi Hadi “Kocaoğlan, hamamda karılar nasıl bayılır?” komutuyla Kocaoğlanın yere yatarak bayılma numarası yapması çocukluğumuzun inanılmaz gösterilerinden biriydi Etrafında toplanan kalabalıktan elindeki kasketin içine atılan bozuk paralar da Kocaoğlanın alın teriydi Bizim için her sokak ayrı mahalle her mahalle ayrı bir dost sayılırdı Taki akşam ezanıyla annelerimiz çağırana kadar Üstümüz başımız kir pas içinde dönerdik nasıl olsa kimse kızmıyordu Oynamak koşmak gülmek eylenmek bizimde hakkımızdı Boşa mı sokaklar avlular boş arsalar bizimdi yarın bir gün büyüdük mü etrafımız betonlar binalar kaplayacaktı komşuluklar dostluklar anılarımız ölecekti Geleceği gören ailemiz özgür bırakmışlardı bizleri düşe kalka güle oynaya dizlerimiz kanasa da özgür bırakmışlardı Nasıl olsa her Ramazan Bayramında odun hızarı olan Mahmut amca Zeki amca bedavaya odun talaş kırıntı dağıtırdı ihtiyacı olanlara Sadece bayramda değil ne zaman isterlerse gidip alabilirdi Annem avlunun bir kenarına komşularında kulana bileceği tuğla ile örülmüş kırmızı çamur ile sıvanmış tandırımız-da ateş yakar tenekede su ısıtılır ortak kullandığımız banyoda sıra ile banyomuzu yapardık Kirli çamaşırlarımız deterjan yada sabun tozu ile elle yıkanırdı Beyazlar tenekede kaynatılır suyun içine atılan çamaşır sodası ile beyazlar pırıl pırıl olurdu Suda bekletilen bir miktar kül bulandırılmadan üzerinden suyu alıp çamaşırlarımız durularken yumuşatıcı görevini yapardı Tandırımız çok amaçlı kullanırdık üzerinde çamaşır banyo yufka ekmek yemek için ideal bir ocaktı Benim en büyük keyif aldığım yaşlı dut ağacımıza çıkıp dut yemekti Öylesine inanmıştım ki dut ağaçlarımız olduğu gibi kalacak diye canımız ne zaman dut çekse kolumuza taktığımız çingil ile ağaçlara tırmanır bir yandan dallarını silkeler bir yandan da çingilimizi doldururduk Aşağıda bekleyen büyüklerimiz ellerindeki dut örtüsünü gererken bizlerde dallarını silkeler ağacın tepesinde olmanın keyfini çıkarırdık Komşular annem aman dikkatli olun düşersiniz yavrum dikkat edin derlerdi Onlar dökülen dutları toplar birlikte yenirdi Evlere şenlik komşularımız unutulmaz anılarımız daha dün gibi akĺımda Çocukluğumun unutulmaz güzelliği At arabasının üstüne dev gibi Yeşil cam artistlerin afişleri olur sokak aralarında gezdiğinde tamam derdik bu gün sinema günümüz Mahalleli hemen haberleşir o akşam cümbür cemaat sinemaya gidilirdi Türk sinemasının kaçınılmazı . “Hababam Sınıfı”, “Tosun Paşa”, “Süt Kardeşler”, “Kibar Feyzo”, “Gülen Gözler” "Deli Yusuf "gibi beyaz perdeye aktırılan filmleri üstü açık sinemalarda komşularla toplanarak ellerimizde çekirdekle Ankara gozununun yudumlar kahkahayla izlerdik Kara sevdanın ne olduğunu çocuk yaşta öğrenmiştim Ziya ile bir birimizden hiç ayrılmazdık birlikte yer içer oynardık Ziya’nın ablası Fadime abla güzel hanım bir kızdı dayısının oğluna istemişlerdi o da ben akrabayla evlenmem diyordu Fadime abla bizim bitişiğimizde oturan Sedat abiye aşık olmuştu Sedat abide Fadime ablaya ikisi bir araya geldiler mi sohbet eder bir birlerine iltifat ederlerdi Bu sohbetleri gün geçtikçe derin bir tutkuya tutkuda aşka dönüşüyordu Bu arada şehir dışından Fadime ablanın akrabaları gelmiş onu istiyorlardı Fadime abla ben isteme diyordu Fadime ablanın annesi Fatma teyze kızına baskı yapıyor kesinlikle dayının oğluyla evleneceksin diyordu Fadime ablanın gözü Sedat abiden başkasını görmüyordu Fatma teyze kızı Fadime’nin Sedat’a aşık olduğunu duyunca ölürüm de kızımı sana yar etmem diyordu Sedat abinin mesrebi onlara zıt düşüyordu Fadime abla annesi işe gittiğinde gizli gizli Sedat abiyle konuşur kefen giyerim senden başkası için asla gelinlik giymem diyordu O gün Fatma teyze işinden erken dönmüş ikisini konuşurken yakalamıştı Hemen akrabalarına gelin Fadime ye söz kesin diye haber yollamıştı Akrabaları köyden gelmiş Fadime ablaya söz kesip geri dönmüşlerdi Bunu duyan Sedat abi kahrından ölüyordu Sesi çok güzel olan Sedat abi sazının bağrına vurdukça İbrahim Tatlısesin şarkısını söylerdi Fadile le fadile Fadile kız fadile Derdiyden düştüm dile Eşkiydan çektim çile le fado Fadime Sedat abinin sesini duyar iki gözü iki çeşme ağlamaktan kendini alamazdı Fatma teyze Sedat abi bu şarkıyı söylediği zaman çıldırırdı Hatta bir gün Sedat abi şarkıyı söylerken hepimizin içinde tekme tokat girişmişti kızımı unutacaksın yoksa seni ellerimle öldürürüm diye tehtit etmişti Fadime abla annesine yalvarıyordu beni öldür ama Sedat’ıma kıyma vurma diyordu Fatma teyze kara kefen giydiririm seni buna yar etmem Fadime diye bağırıyordu Komşular güç bela Fatma teyzeyi oradan götürmüşlerdi Fatma teyze hemen Fadime ablanın sözlüsüne haber salar gel bir an önce düğünün yap kızı götür Fadime abla Sedat abinin aşkından günden güne eriyordu Sözlüsü kısa bir süre içinde gelmiş akrabalar arasında avlumuzda düğünleri yapılmıştı Ne düğün ne dernek birinin elinde darbuka birinin elinde zilli tep teyip çaların içine konmuş kasetlerin çıkardığı müzik ile yas evinde gelin gidiyordu Fadime abla O beyaz gelinlik kefeni olmuştu yüzünde solan mimikleri kaderine lanet ediyordu Fadime ablanın düğünü olmuş doğuda bir şehre gelin gitmişti Sedat abi derdinden bir deri bir kemik kalmıştı uzun bir süre gurbete çıkmıştı Fadime ablanın evliliğinin üzerinden bir kaç yıl geçmişti O güzelim hayat dolu kız kara sevdaya tutulmuş her gün kan kustuğunu öğrenmiştik Eşiyle bir gün bile mutlu olmayan Fadime abla sonunda eşi tarafından baba evine bırakılır Fadime abla istemediği bu evlilikten bir oğlu olur baba evinde başına geleceklerden habersiz kara sevdasına kavuşma umuduyla hayata tutunur Taş kalpli anneye hayat celmesi fena takar Fadime ablanın yaşadıklarının acısının azda olsa intikamını alır Fatma teyze ve kocasına kader öyle bir darbe vurur ki uyuşturucu madde satmaktan uzun süre ceza alırlar Fadime ablada ise onlara kuryelik yapmaktan tutuklanıp ceza evine düşer Fatma teyze ve kocası ağır ceza alırken Fadime abla bir kaç yıl ile kurtulur Ve ben bir daha Fadime abladan haber alamadım En son Sedat abiyle karşılaştığım bir düğünde gözlerimin içine bakarak bu şarkı Fadimeme gelsin sözleri dün gibi hatırlıyorum Nikahına beni çağır sevgilim istersen şahidim olurum senin diyordu Ardından da içine saplanan o kara sevdanın şarkısı Fadileyi söyledi İkisinin hikayesini bilmeyenler sadece şarkıyı severek okuduğunu sanarlar oysa onlar kara sevdaydı Düğün bitti annem ile beni kaldığı Mustafa abisinin evine davet etti Sedat abi Mustafa abide Sedat abi gibi çok iyi birisiydi Eşi ile bizi yıllar gördüğünde çok duygulanmıştı ellerinde büyümüştüm Mustafa abi beni görünce boynuma sarıldı canım bacım yıllar sonra karşılaşmak vardı kollarını boynuma doladı Fadime’nin ölümünden sonra bir daha hiç kimseyi sevmemiş yalnız yaşamayı seçmişti Sedat abi Annem Mustafa abi karısı balkonda kahvelerini ile birlikte sigaralarını içerken bizde salonda sohbet ediyorduk Sedat abiyle Çay kahve derken hayırlı olsun nişanlanmışsın diyordu Sedat abi Teşekkür ederim abi Nişanlın kim tanıyor muyum Bizim arka sokakta oturan Haktan Gözlerimin içine bakarak çok mutlusun nişanlından bahsederken gözlerinin içi gülüyor Çok seviyorum .Biliyormusun Neyi Sedat abi Hayatıma Fadime girmeseydi sende bekar olsaydın bu aşkı seninle yaşamayı çok isterdim Utanıp yüzümü yere indirmiştim Kaldır başını gözlerimin içine bak diyordu Utana sıkıla gözlerinin içine bakmıştım birlikte kardeş gibi büyümüştük bunları duymak nede olsa şaşırtmıştı Elini omzuma atıp seni seven erkeğin kalbi asla yere eğilmez senin o temiz yüreğini seviyorum Hep mutlu ol Bizim yaşayamadığımız mutluluğu yaşıyorsun ya bu bana yeter güzel kız diyordu O yıl anlamıştım Sedat abi için siyahın üstünde beyaz bir ölüm gibiydi zaman Seďat abiyle Fadime’nin kara sevdasını da görüp geçirmişti Yıllar sonra bir sohpet arasında ablamlarla konuşurken Fadime ablanın doksan dokuz depreminde göçük altında hayatını kaydettiğini duyduğumda çok üzülmüştüm 35 yıl sonra Sedat abi ablama komşu olur Fadime abladan sonra yıllarca bekar kaldıktan sonra evlenir 5 evladı olur bu yıl ablamın telefonundaki bir yabancı ses kim olduğunu tahmin etmemi istiyordu Özür dileyerek tanıyamadım demistim o da gülerek şimdi beni tanıyacaksın sesimi dinle Şaşkın ve gözlerim dolarak telefonda Fadile türküsünü Sedat abiden bir kez daha dinledim eskilere sürükledim Sedat abi birde albüm çıkardığını duyunca daha çok duygulandım Küçük yüreğimizin kahramanıydı yaşlı dut ağacımız Artık eli ayağı tutmuyor gövdesinde dev gibi bir oyuk günden güne kurtlar içini kemiriyordu Fadimenin gözyaşları köküne dökülmüştü bir kere Bizleri dallarında büyüten ninniler söyleyen yaprakları bir bir dökülüyordu O şen şakrak yaşadığımız avlumuza ölümün ayak sesleri yavaş yavaş çanlarını da çalıyordu Babamı kardeşimi son yolculuğuna uğurlarken gölgesinde ağırlıyordu Koluna kanadını kurulan beşiklerde salıncaklarda büyümüştük Mutluluğuma şahit olan o koca yaşlı dut ağacımızı yıllar sonra ziyaret ettiğim de yerinde beton binalar sefasını sürüyordu Dut ağacıyla birlikte çocukluğumu yaşadığım anılarımında üzerine beton binalar kurmuşlardı O mavi umutlarımız yeşermeden küf tutmaya bırakılmıştı Remziye Çelik |