BuĞDaY YaNıĞıey yâr dinle beni gecenin en mahrem karanlığında o çok sevdiğin arşipel gözlerime tünedi kırlangıç çığlıkları acımadan maviliğini çalıp griye boyadılar el birliğiyle kalbimin sekiz oktavlık hıçkıran susu sinemi deldi geçti rehin bıraktım ruhumu gök yüzüne ellerim ellerinin alınterinden öpmeyeli kaç asır oldu ki yâr her mevsim kar yağıyor çatısı olmayan odama ähhh yär çok denedim ölmeyi kalbin kalbimde sadakâtle atarken kıyamadım yâr en çok da sana kıyamadım hatırlıyor musun yâr -yüreğime bereketle dolan sevda yağmurumsun çöller bile vız gelir gözbebeklerinin yeşilinde soluklanırken demiştin- . . . âhhh yâr ne çok vefâ doluydu sözlerin ne güzel avuturdun göğümde çırpınıp duran kuşları bazen serçelere söz geçiremezdin onları yaşatmak için en âsi rüzgârlara bile kafa tutardın bedenini siper ederek ne zaman parmaklarınla dokunsan saçlarıma papatyalar kıskanırdı saç tellerimi üşüyen ahvalim kavrulurdu tepeden tırnağa buğday başakları arasında bütün çocuklar avuç içlerimdeki rengârenk tebeşirlerden nasiplenip güle oynaya sek sek oynardı terlerini dantelli havluyla silerken ben bıkmadan usanmadan hanımeli dikerdi annem sevda bahçemize ortancalar, güller, laleler, menekşeler, sümbüller, nergisler de cabası mis gibi kokardı gökkuşağının gülüşünden toplayıp tıka basa doyurduğumuz aşkın duvarları ve annemin şefkâtli elleri âhhh o öpülesi elleri şimdi yâr sekiz kat nefesinle milâdı dolmuş yaramı üflemeni bekliyorum úfle yar biraz annem biraz babam gibi üfle aşk tarlasındaki gelincikler boynunu bükmeden kalbin hâlâ kalbimin içinde delice atarken küstürme yediveren gülüşlerimi daha fazla kanatmadan yaralarımı gel yâr gelll nagi han |