Başlangıçlar ve deja vuAcılar ikliminden sesleniyorum, Akbabalarla, ölgün bir ikindi zamanı. Zayıf ışıklardan, beyazı kurşunlanmış renklerden, cezasız kalmış ihanetlerden geliyorum. -Bu hayatı yaşadım ben... hatırlıyorum...- Bulutlarımıza küs yağmurlardık. Her damlamız ayrı bir denize vurgundu. Akdeniz kadar tuzlu, Hazar kadar tutukluydu gözyaşlarımız. Hatırlıyor musun? ............................................................. Hiç başlamamalıydım. Güne dokunur gibi bir gece yarısı, Üşümelerimi ısıtmamalıydım şavkınla. Gölgeme sığınan bir yalnızlık kadar kaldı bu sevdanın külleri. Artık gittiğim kadar kalıyorum, yörüngesiz. Sana kalan; zamanı çalan tiktaklarıdır saatlerin, Bize kalan yollara kocaman ayrılıklar döşemektir. Neyiz biz? Cellâdına vurgun kurbanlar mı? Saklı bir viranede bir dönüm alana ekilen esrar mı gülüşlerimiz. /Afrika kadar kül, Newroz kadar ateş olsak ne yazar Kendi katilini yaratan Frankenstein’lar değil mi ellerimiz?/ .................................................................... Günaşırı sevinçlerimizi haykırır gibi büyürken, Denizlerden habersiz batan gemiler içinde boğuluyormuşuz. Adın yok... adresin boğazımda kör bir düğüm. Bir sarmaşık gibi kaplıyoruz kırık bir dalı. Yalancı bir ilkbaharda kaybediyormuşuz en yeşil yanlarımızı. Şimdi hangi renge bürünmeli deniz, Gökyüzü hangi tonunu kurşunlamalı mavinin? Yağmur desen bir hüzün sağanağı. Anılar bir tufan gibi yerle bir etmiş geçmişimizi. Hangi şehir giderebilir şimdi yalnızlığımızı, Hangi ülkede yıkılır duvarlar? Fırat gibi ihanet, Dicle kadar yanan sular olsak ne yazar. İki mülteci gibi sığıntı, Hiçbir toprağın kabul etmediği cesetler gibiyiz o kadar... (D)ilimizi yakan şarkılar söylüyoruz kırık kapılar ardında. Çöllerde kaybolan kervanlar kadar bedeviyiz. Hangi kuyuya düşsek, Yusuf kokuyor ıslaklığımız. Herkesin sevdasını haykırdığı bir hengâmede Bütün ayetlerde Züleyha gibi susuyoruz... Artık (d)izlerimizin yaralarını sarıyoruz ’Unutulmak’ diyoruz bir köy gibi tenhalarda... Sicilya’da bir yanardağ, Dersimde sazını kıran bir ozan olmak istiyoruz. Karacadağda sürüsünü kurt kapan bir çoban, Urfa’da, sularında boğulmaktan korkan İbrahimi balıklar olmak istiyoruz. Trabzon’da dağların yamacına tutunan bir manastır, Antalya’da yanan bir ormana yağmur olmak istiyoruz. ’Bir eylül sabahı ağacını kurşunlayan sarı bir yaprak olmak’’ diyoruz. /Sonra dokunurken soğuk parmakuçlarımız Anadolu’ya Madımakta binlerce yangını söndürüyoruz./ (Yetmiyor ama hiçbir şeye Bütün iyi çocuklar öldü... sana hangisini anlatayım.) Hiç başlamamalıydım... Unutmak, Sadece unutmak... Hepsi bu... Yüzün kadar eski, adın kadar yalan olsun istiyordum her şey... Dönüp bakınca aynalara bir tokat gibi yüzüme iniyor gerçekler: Bu yarayı tanıyorum ben: deja vu... bkrçkmkbirvurgunbusevda ağustos/2011 samsun |
Içten anlatımlar içten karşılanıyor okuyanda.Çokça beğenimle. Tebriklerimi iliştirdim şiirin dejavu kelimesine