24 KASIM'IN HATIRLATTIKLARI
Hayvanların dahi eğitildiği bir asırda insanların eğitimden mahrum kalması düşünülemez. Bunun içindir ki, her millet kendi eğitim sistemini kurmuş, istediği “insan tipi”ni yetiştirme gayreti içindedir.
Kendi bünyesine uygun eğitim sistemini kuran milletler yaşamaya, diğerleri ise er ya da geç yıkılmaya veya yok olmaya mahkûmdurlar. Eğitimde esas olan keyfiyettir. Kemiyetin pek kıymeti harbiyesi yoktur. Bakınız bu konuda ünlü Prof. Dr. Mümtaz TURHAL bir sözünde. “Bugünkü Türkiye’nin asıl derdi, okuma/yazma bilenlerin azlığından değil, münevverlerin iyi yetişmemiş olmasından kaynaklanmaktadır.” diyerek bu gerçeğe işâret etmektedirler. Doğrusuda bu değil midir? Eğitim uzmanları ve ruh bilimcileri insanların zeka yönünden %20’sinin üstün, %60’ının normal, geriye kalan %20’sinin ise geri zekalı olduğunu kabul ederler. Biz de bu yazımızda bu tasnife değişik bir açıdan bakarak, yeni bir yorum getirmeye çalışacağız. Şöyle ki: İnsanların %20’si fıtraten temiz bireylerdir. Kolay kolay suç işlemezler. Öbür %20’si ise suç işlemeye meyyaldir. Suç işlemezlerse rahat edemezler. Geriye kalan %60’lık büyük kitle ise suç işlemeye de, işlememeye de müsâittirler. Eğer biz, iyi bir eğitim/öğretimle insanların ekserisini oluşturan %60’lık kitleyi, fıtraten temiz yaratılmış kişilerin yanına çekersek, %80’lik bir çoğunluk sağlamış oluruz ki, geriye kalan %20’lik menfi grup kendiliğinden etkisiz hâle gelir. Yok eğer yanlış bir eğitim/öğretim sistemi ile, %60’lık kitleyi suç işlemeye müsâit %20’lik azınlığın yanına itersek, halkın %80’i kötü bireylerden oluşur ki o zaman da, cemiyette ne can, ne mal, ne de nâmus güvenliğinden bahsedilebilir. Yine yeri gelmişken mânâsı üzerinde pek durulmayan bir atasözümüzden bahsedeceğim. “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder.” der. Bu atasözü ile insanlar için kıymetli olan iki şeye dikkat çekilmektedir. Bunlardan birisi “can”, diğeri ise “din” olduğu anlaşılmaktadır. O halde canımızı teslim ettiğimiz doktorlarımızın ve mâneviyatımızı teslim ettiğimiz ilâhiyatçılarımızın çok iyi yetiştirilmesi gerekmektedir. Bu iki sınıfı da yetiştiren öğretmen olduğunu göre en büyük değer eğitimcilere verilmelidir. ’O halde öğretmen kimdir? Öğretmen; doğumdan ölüme kadar hayatı şekillendiren büyük insandır. O Allah’ın insanları yükseltip, alçaltmasında kullandığı bir el, bir dil gibidir. Milletlerin kader programını onlar çizer. Öğretmenin elinde madenler saflaşır, som altına ve pırıl pırıl gümüşe inkılâp eder, yahut da etmelidir. Öğretmenin fert üzerindeki tesiri; anne, baba ve cemiyetin tesirinden kat be kat üstündür. İyi bir öğretmen saf ve temiz tohumun ekicisi ve koruyucusudur. Öğrencilerini iyiye, güzele ve doğruya yöneltmek onun en önemli görevlerinden biridir. Zira, okul hayatî bir laboratuar; dersler onun itici gücü, öğretmen ise bu laboratuarın üstadıdır. Okul, bir öğrenme ve öğretme yeri olduğuna göre; orada hayat ve ötesine ait her şey öğretilmelidir. Aslında hayatın kendisi de bir okuldur. Ancak öğrettiğini çok pahalıya mal eden bir okul... Gazeteler, kitaplar hatta radyo ve televizyon belki insana bir şeyler öğretebilir, amma kesinlikle eğitemez. Her gün ayrı bir sancı ve ıstırapla öğrencisinin gönlüne inen, ders ve davranışlarıyla onun dimağında silinmez renkli çizgiler bırakan öğretmen, yeri asla doldurulmaz bir eğitimcidir. Onun içindir ki, günümüzde bazı bilgiler yayın organları vasıtasıyla kolayca verilebilse de, hiçbir zaman iyi örnekler verilemeyecek ve ilimlerin gayesi öğretilemeyecektir. Bu güzel şeyler, ancak sîması hakikat gamzeden, bakışları alabildiğine derin ve öğrencilerine verebileceği her şeyi gönül süzgecinden geçiren öğretmenler tarafından verilebilir. Zira, öğretmenin elinin girmediği hamurun tadı ve tuzu yoktur. Gönül arzu ederdi ki her eğitimci, Nizâmülmülk’le Alpaslan’ı yan yana görsün. Daha yirmi bir yaşındayken çağlarla oynayan Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleriyle Akşemseddin’i, Zembilli Ali Efendi ile Yavuz Sultan Selim’i birbirinden ayırmasın. Gazalî’nin aydın semasında Uluğ Bey’i unutmasın. Mevlâna Celâleddini Rumî ile semaâ kalkarken, laboratuara uğrayıp İbn-i Sîna’yı selâmlamayı da ihmal etmesin...’ İnsan vardır doğar, büyür ve ölür. Yine insan vardır doğar, büyür fakat ölmez. Eserleriyle, hizmetleriyle gönüllerde yaşar. İşte öğretmenin görevi, bu öldüğü halde ölmeyen insanları yetiştirmektir. Öğretmen her şeyi bilen kimse değil, bildiğini en güzel şekilde öğretendir. Ancak onun diğer meslek mensuplarından daha çok şey bilmesi gerekir. Çünkü o öğreten, diğerleri ise öğrenendir. “Veren el, alan elden üstündür.” NE OLUR ÖĞRETMENİM! Yine senin elinle, gülsün ağlayan millet Düne düşman eyleme, bana doğruyu öğret... Neslini yüceltmek için sancı çeken öğretmenlere binlerce selâm. Gününüz kutlu, yuvanız mutlu olsun sevgili meslektaşlarım... Hanifi KARA |