On iki yaşımda
Vagonlarım buğday taşır ve ben onu düşünürdüm tarla boyu...
Ve hep aynı hayali kurardım. Ayakta öğrendim ben hayal kurmayı çünkü. On iki yaşımda kaybedince uykuyu. Hatırlamıyorum annemle babamın arasında uyuduğum günlerin dışında kalan bir deliksiz uykuyu... Vagonlarım buğday taşır ve ben yorulur uyurdum... Hep bir yetimlik örterdi üzerimi. Annem, babam, sevdiğim... Kaybettiğim sadece çocukluğum değildi benim. Artık yoktu tarladan eve gelmenin sevinci. Ve ya zili duyan bir çocuğun okuldan eve koşması... Babamın beni zorla camiye yollaması... Kuran okurken saatlerce beni dinlemesi. Gururlanması... Bir gecede büyütmüştü beni, anılarda kalmıştı çocukluğumun verdiği o acı. Şimdilerde ise Yasin, Fatiha o da anca. Belki cumalarda... Hiç unutmam çocukluğumdan kalan bir çizgi filim vardı, adı "Cedric" Hani diyor ya; "Sekiz yaşındaysan hayat güzel" -Aynen, çocukken güzeldi belki de hayat. Sevmek de buna dahil... Şekeri, çikolatayı, bir kızı... Üryan koşarak bir suya. Tohumlardan önce yeşeren umuda. Güneşe, yağmura... Yarım kalan temiz bir hayale. Dizesi bitmeyen bir şiire. Koşarken düşüp dizini yaralayan bir çocuğa... Koşarken peşinden bir kızın ayakkabısından sırtına kadar çıkan suya... Sevmek, iliklerine kadar, tırnak uçlarına kadar, saç tellerine kadar... Sevmek on iki yaşımda içimde kaldı anne. Vagonlarım buğday taşır ve ben onu düşünürdüm tarla boyu oysa... |