Zakkum
Kim bilir kaç geceyi incittim böyle.
Kapı arkasından tuttuğum bir yalnızlığın kaburgalarını saydım utanarak. Yağmurları sustururken dudaklarımla, Kaç kuruşa gitti şiirlerim? Hiç hak etmedim.. Yastığımda kalan kokunu okşadım her sabah. Bir hikayenin olma ihtimalini yazdığım her an, Gövdemden paslı tren rayları geçti gıcırdayarak. Ölümü öptüler. Sonra yıkadılar ellerimdeki kiri. Dahası susturdular bu kadın halimi.. Keşke bilseydim, Yüzümün esmer yanlarını dolaştım Bana ait hiç birşey kalmamış Meğer göbek bağımı kesmişler çok eskiden.. Ahh ! Bir bilsem. Yuvasını göğüslediğim kaç kırlangıç sürüsü kaldı şunun şurasında ? Parmaklarım incindi sayarken bunu da. Ve karıncalar iz sürdü ardımdan. Yokluğum kaç dikiş izinden başladı uzamaya. Ve kısaltarak ömrümü, Mum ağaçlarını yaktım. Tütünümden damlayan gaz yağına döküldü ah’ım. Ve bütün kadınlığımdan ’çıt’ sesi geçti.. Onuda duymadınız! Besbelli.. Halbuki ; Zamanın birinde, Zakkumdan peydah olmuş bir çiçeğin tomurcuğunu gömmüştüm içime. Islık çalan yoksul kadınlar görmüştüm. Uzun dar etekli, Ve süsü kendinden öte’de. Bunu da yazın bir deftere. Sonra küf kokusunu hatırlayın genzinizde Vicdan dile gelsin bir zahmet ! Herşey bir yana, Derimin içinden, damarıma kadar emzirdiğim bir adamın ardından büyüyorum şimdi de. Ve avuçlarım kocaman Üşümüyorum bile. Bir ateşe yürüyor ellerim Ve derimin altından başlıyorum üflemeye Çok kez Ağırlaşıyor yaralarım Ama ölmüyorum işte.. Anlayın artık! Kalbimin içinde bir kalp daha var. Yorgun bir bel altı zamanından tırmanıyorum göğüs boşluğuma. Esmer ellerini de öpmüştüm bir zaman O yüzden de Kirli sakallarına karışan bir çok yanım var. Hadi son defa sarıl bana.. Ölümün adı Aşk ! Özge Özgen |