Kırık dökük bir akşamI. adın ne ? çakıl taşı. ne iş yapıyorsun buralarda ? hurafeden nağmeler müezziniyim. yaş kaç ? az büyüdüm içim hala çoçuk. biliyorum seni dedim sonra sonra aklım başıma geldi bir an dedim ki ! - üzgünüm aslında hiç tanışmamışız. II. ilk masalında uyumaktı hayalim, teğet geçen koyunlardan sıkılmıştı umrum. dokunmadan sevebilirdim seni, düş kullanırdım biraz, biraz uyku sersemliği. her yer görünmez olurdu sen görünürken. şimdi el altından misket çalan çoçuklar gibi, kandırdım sanıyorsun beni... en uzun ayrılığın bilmem ne dönümünde bugün, seni ölesiye unuttuğumu hatırladım. sağ omuzunun üstüne düşen saçlarına, bilmiyorsun kaç şiir karaladım... bir zamanlar sevmişken beni, keşke taburcu etseydin gönlünden. yarım yamalak dolaşmazdım oracıklarda, kıran kırana kırılmazdı kalbim orta yerinden... ben saçlarına gündüz gözü yıldız ararken, sen emanet vermişsin bir başkasına, adını adın koyduğum bu aşkı... yangın yakanın söz kananındı değil mi..? dedim ki sonra nerelisin ? göz ucuyla dedi ki oralıyım. -aynı kentte iki farklı şehir. III. sebebli sebebsiz atışmaların, ardı arkasında şarapnel parçaları. ruhumda avuçlarından işlenmiş cinayetler, diriltmeler sonra dudak payından. nereden bakarsan bak esaret oldum olası. bir solukta tüketilen sevda sözleri, kibrit çöpünden kısa bakışmalar. öyle bir şey ki bu, ağrısında mülteci bir adamım. yanaklarında gizlediğim sağanak sever bakışlarımı, bir başkasına çeviremem artık..! su içsem dilim yanar, içmesem içim. karanlıklar içerisindeyim diyeceğim, dipsiz kuyudan evladır biliyorum. anlamıyorsun soyum tükeniyor sensizlikten, bir bir düşüyorum yeni doğan uçurumlardan. köşe bucak eksiliyorum yarınlardan. sen merhamete diz çöktüren eda ile yürüyorsun, gök mavi gözlerim gibi, göklerime kızıl kıyamet örüyorsun... son bir şey dedim nereye kadar ? ölene kadar dedi. -duydum ki ölenle ölünmüyormuş... "fındık kabuğunun içini dolduran biliyor ne olduğunu, ve ben hala anlamıyorum, ben boğulurken nasıl uyuduğunu..." İsmail Yılmaz |