Aşk cennetin dilinden bize kalan yegane hatıradır. -- bulor
dedim ki
dedim ki
@dedim-ki2

rukye

22 Ekim 2017 Pazar
Yorum
Şiirgram

rukye

( 12 kişi )

10

Yorum

28

Beğeni

4,8

Puan

1748

Okunma

rukye

gidişine iliştirdiğim serseri
zemheri histerik gülüşümle
her şeyi bilişimle
hangi imgeye bansam dilimi
kanatıcı
hangi hançere saplasam
bir kerkük ezgisi
yurtsuzum bilirsin
ve sonsuz yollar var gözlerimde.

ömrüm dağlara boşalmadır
rüzgarını yitirmiş bulut misali
durmaksızın yağmışım
ruhumun seyrinde
buhurlaşmışım
buharlaşmışım
öfkem misk
kahrım zahferan çiçeği.

aşka şiir yazamasam da
gidişin bir nehir
köpüklerinde zemheri
kıvrımların parçalanmış ülke
sır değil artık
göndere çektiğimiz cefa
sır değil
aşkın derbederliği.

Paylaş
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Şiiri Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (12)

5.0

92% (11)

2.0

8% (1)

Rukye Şiirine Yorum Yap
Okuduğunuz Rukye şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
rukye şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
_Günce_
_Günce_, @gunce2
19.11.2017 18:08:50
bütün nazarlara karşı,
yine ayakta ruh,
çok güzel
dramaticmelodram
dramaticmelodram, @dramaticmelodram
31.10.2017 12:44:38
iyi gibi.
İsmailoğlu Mustafa YILMAZ
İsmailoğlu Mustafa YILMAZ, @ismailoglumustafayilmaz
23.10.2017 06:30:29
Gönül dostu; Sevda yüklü şiirinizi haz alarak okudum...
Beğendim...
...................................... Saygı ve Selamlar..
enverlevent
enverlevent, @enverlevent1
22.10.2017 23:14:19
5 puan verdi
"hangi imgeye bansam dilimi
kanatıcı
hangi hançere saplasam
bir kerkük ezgisi
yurtsuzum bilirsin
ve sonsuz yollar var gözlerimde."

_ yürek yakan, irkilen dizeler...
kutluyorum.
Selaattin çoban(KIŞLALI)
Selaattin çoban(KIŞLALI), @selaattin-coban-kislali
22.10.2017 22:44:07
Güzeldi tebrikler selam ve dualarımla
n e. m
n e. m, @n-e-m
22.10.2017 21:54:28
Başlık ilginç geldi, ama şiirde çok güzel durmuş. Çünkü ince bir ruhu var şiirin...
İrfan Yılmaz
İrfan Yılmaz, @irfan-yilmaz2
22.10.2017 13:23:41
5 puan verdi
Sevgili Kardeşim atmış yaşından sonra zahferan çiçeği hakkında bilgi aramak da varmış kısmette, Safran ve tafran Bitkilerini biliyordum da bu zahferan nedir diye araştırdım. Netten şu bilgiye ulaştım:
***
Hep duyardım ve anlamını bilmezdim zahferanın. O denli değişim gücü varmış ki, kendi ağırlığının binlerce katı kadar bir karışımda, rengini kendi sarı rengine dönüştürürmüş.

Yıllar evvel Yukarı Mezopotamya’nın kadim halkı Süryanilere ait 1600 senelik Deyr-ul Zahferan Manastırı'nı bir rahibin rehberliğinde gezmiştim. Bütün manastırı gezip dolaşıp bilmem gerekenleri öğrendikten sonra manastırın herkese açık olmadığını bildiğim terasında kahve içerken önümüzde uzanan ovaya bakıp, hemen manastırın aşağısındaki bahçelik alanı işaret ederek sormuştum. “Bu bahçeler de size mi ait!”

Firdevs bahçeleri

Yanıtlamıştı rahip; “Evet manastıra aittir o bahçeler. Biz o bahçelere Firdevs Bahçeleri deriz. Kutsal kitaplarda da ismi geçer. İhtiyacımız olan sebze ve meyveyi yetiştiririz. Bahçede de bizzat kendimiz çalışırız. Dünyevi işlerimizden biri de bahçemizle uğraşmaktır. Zaten o bahçede yetişen bitkilerden biri de manastırımıza 16. yüzyıldan beri isim olan zahferan bitkisini yetiştirmektir.”

Hep duyardım ve anlamını bilmezdim zahferanın. Eskiden bayağı çokmuş zahferan bitkisi manastırın çevresindeki alanda. Giderek azalmış. Sonra devamını da getirtmişti rahip: O denli değişim gücü varmış ki zahferan bitkisinin, sıvıya katıldığında kendi ağırlığının binlerce katı kadar bir karışımda, karışımın rengini kendi sarı rengine dönüştürürmüş…

Başka bir zahferan diyarı: Safranbolu

Yıllar sonra yakın günlerde ayağım beni bir başka zahferan diyarına, adı zahferanla şimdilerde anılan Safranbolu’ya götürdü. Orda da aynı söylemi duydum: “Safran, kendi ağırlığının yüzbin katı kadar sıvıyı sarıya boyar”(mış). Bütün bir şimdiki eski Safranbolu şehrini dolandım, gördüm. Tarihini geçmişini, kültürünü, kimliğini sorgulamaya çalıştım. Bizans-Roma devirlerinde Dadybra imiş adı. 16. yüzyıldan sonra ad değiştirmiş. Etrafında bolca yetişen zahferan bitkisinden dolayı Zağfiranıborlu olmuş adı. Tıpkı Deyr-ul Zahferan Manastırı gibi. Onun da adı yapıldığı 4. yüzyıldan itibaren Mor Hanunyo Manastırı'ymış. O da adını 16. yüzyılla birlikte Deyr-ul Zahferan olarak değiştirmiş.
Şimdi...

İkisi de şimdilerde zahferanın doğal değişim gücüne yabancı. Dadybra’nın adı bugün değişime uğrayarak bir bitkiyle müsemma olan Safranbolu’ya evrilse bile adıyla övündüğü safran bugün turistik bir meta ürününe dönüşmüş. Mar Hanunyo ise istediği kadar Deyr-ul Zahferan olarak anılsın, manastırın taş duvarları sarı rengini zahferandan alsın; Zahferan artık yok gibi bir şey. Zahferanın değişim gücü sadece doğallığında kalmış. Ne bugünün Safranbolu’sunda eski "Zağfiranıborlu"nun çok dinli, çok kültürlü sakinleri var. Hatta adları bile yok. Ne de bugünün Mardin’inin egemen kültüründe turistik meta malzemesi olmaktan maada eski Mor Hanunyo’nun kadim Süryanileri.

Aslında şehirle köy arasındaki fark; birazcık sözle, yapılan iş arasındaki farkı bilmek meselesi ile ilintilidir kanımca. Köylük yerde, daha çok "söz"e kıymet biçilir. Köyde, "söz"dür asıl olan.

Sözün erdemiManastırın Uzaktan Görünüşü

Şehir hayatında ise daha çok, maddileşen reel hayatlar vardır. Sözün kimilerince zahiri tezahürü yerine reel görüntü vardır şehirlik yerde. Yani yapılan "iş"tir esas olan. Bu sebeple köylük yerde kurulan Divanxane’de bir konuğun ya da kelam üstadının dillendirdiği sözleri üzerinden yıllar geçse de dile gelir, unutulmaz, dilden düşmez. Mesela doğu kültüründeki Dengbêj’lik, Karadeniz kültüründeki Mabiru’luk tam da bu sözün erdemine, kal u beladan beri kalıcılığına denk düşer.

Ama şehir yeri öyle mi! Alabildiğine maddileşmiştir. Mekansal gerçekliği vardır şehir hayatlarının. Şehir yerinde bir mekânı tarihin çöplüğünden, yıkıntı-harap halinden çekerek çıkarıp yaşanılan "an"a mazhar kılmak, armağan kılmak, görünür yapmak; biraz da o işi yapanın ismiyle anılır olmakla, adıyla müsemma kılmakla ilintili bir iştir. İşte kanaatime göre bütün eski değerlerini bugün yitirmiş bir şehir görüntüsü verse de, Safranbolu şehrini insanın gözle görünür zihinsel algısına takılır kılan bu realitedir. Yoksa şehrin geçmiş kültürlerine, kimliklerine, yaşanmış ama izi kalmamış anılarına baktığımızda gör(e)mediklerimiz aslında biraz da bu gerçekliktir.

Görünür olan

"Safranbolu’ya bugün bakarken görünür olan nedir pekâlâ" diye bir soru orta yere sorulabilir. Kısık sesle yaşlı bir hemşehrisine “Eskiden orada bir kilise olduğunu söylerlerdi” dedirten, eski ve çok kültürlü geçmişinden hiçbir izini bugünlere taşıyamamış...

Kurtarılmış mekanlarıysa (evleri, camileri, v.b.) sadece ticari rantiye hesaplarına boğulmuş bir görüntüyü tamamlamakla yetinen bir çağ yangınının zahiri eski görüntüsü. Ya da eskinin imitasyonu gibi kondurulmuş duran ve şimdiki sakinleriyle buluş(a)mayan, restore edilmiş kapısı kilitli içi boş evlerin hal i pür melali… Niş, pervaz, seki, cumba, kapı, tokmak, şakşako, küçe, abbara, bağdadî, hayat, taşlık, kafes, sofa ve daha niceleri eski mekanların birer parçalarının adları olabilir. Her biri anıldığı mekanla bir illiyet bağına vesile olmak anlamında çağlar boyu insanla, insanın hikâyeleri ve yaşadıklarıyla bugüne hükmeder, varlık da bulabilir.

Ama bugün, doğrusu Safranbolu’yu gördükten sonra düşündüklerim geçmişe dair beklentilerimin hiçbirine denk düşmedi ve çağrı yapmadı. Eski evler, eski mekanlar, insanın şehir kimliğine dair kaygıları, şehri var etme dertlerine dayanan çabalarıyla elbette kurtarılabilir /kurtarılmalı da! Ama ya insan! İnsan, mekanı salt ticari, gelir getirici rantiye kapısı gibi algılıyor ve ötesini düşünmüyorsa ötesi, üzerinde durulmayacak kadar teferruattır. Bunun bir tek istisnası vardır belki de: O da şudur; kimi kez bir caminin avlusundaki eski bir mekana “kurtarıcılık” adına isim olmuş bir şahsiyettir Metin Sözen, ya da yokuş aşağı inen bir eski caddeye ad olmuştur Çelik Gülersoy. Gerisi koca bir yalan…

Ya da onca yaptıkları ve varoluş kaygıları adına bir sorudur Deyr-ul Zahferan Manastırının avlusundaki asırlık çınar Süryani kadim Bahê’ye:

“Öte yakaya gittiğinde tanrıya ne diyeceksin?”.
“Deyr-ul Zahfaran Manastırındaki genç rahibin sana selamlarını getirmişem diyeceğim.

NOT: Yazarın BirGün gazetesindeki köşe yazısından alınmıştır
***

Yukarıdaki yazıya ulaştım İnternetten.. sayfada Güzel iki tane de resim vardı.
Sevgi ve saygılarımla..

İrfanYılmaz tarafından 10/22/2017 1:26:13 PM zamanında düzenlenmiştir.
queen
queen, @queen1
22.10.2017 12:13:50
5 puan verdi
"Gözlerin bir çığlık, bir yaralı haykırış
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi "
şarkısıyla eşlik etmeye ne dersiniz :) çok güzeldi kutlarım.
Hicran Aydın Akçakaya
Hicran Aydın Akçakaya, @hicranaydinakcakaya
22.10.2017 12:10:30
''rüzgarını yitirmiş bulut''
aşka değil belki ama aşkla yazıldığı öyle aşikar ki şiirin.

hoş gelmişsiniz...
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.