Çorba Destanı
Yollar parke döşeli ayaklar kıvrılıyor,
Her deliğe düşende, belimde ağrı başlar. Dizimden aşağıya deriler sıyrılıyor, Kurşun gibi iniyor hedefi şaşan taşlar. Muhteşem manzarada ruhuma renk katıyor, Karıştırıp içine muhabbet ekiyorum. Bir plastik kâsede istikamet buluyor, Burnuma yaklaştırıp kokuyu çekiyorum. Görücüye çıkmışlar tepside dolaşarak, Hangi türden istesem, nimete şükrederim. Tavuk suyu başkadır, paçasında ayrı tat, Hassas durum olmasa hepsinden getir derim. Türlü cins ve çeşitte seçenekler önümde, Sessizce yol arıyor mercimeğin kokusu. Sıcak simalar dolu çevremde, dört yanımda, Başucumda dönüyor tarihin her dokusu. Heyecanla masaya ekmekler dizilirken, Zarif eller uzanıp ortama can veriyor. Özlemlerin sonunda bir destan yazılırken, Gözler huşu içinde muhabbeti deriyor. Vuslata eren gönül, anın hazzıyla coşmuş, Esrik duygularıyla başı dumanlı dağdır. Deli taylar misali bütün engeli aşmış, Bu kutlu buluşmanın tarifi devrik çağdır. Yaşlanan bedenimde bir sancıdır başlayan, Burkulan yüreğimle, zihnim karma karışık. Ateşlerin harında, çılgın, beyni haşlayan, Ne çorbadır inanın, ne de şu solgun ışık. Hayaller kıskacında zamana yenik düşer, Umut başka bahara yelken açıp kışlasın. Boynumuzu bükeriz, içimiz sancı döşer, Yolumuzdan dönmeyiz yeni çağrı başlasın. |