SELAM SANA İSTANBULŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Yıllar sonra Oğlum’ Safa’ nın Selimiye kışlasın da asker olması nedeniyle; Bir hafta boyunca, o bildiğim eski İstanbul’ u düşünerek; son bahar’ ın sert rüzgarlarına aldırmadan dolaştım. Hem yazdım, kendimce ve hem de dolaştım. Bu gezmenin sıkıntısını; sert rüzgarların ciğerime kadar işlemesiyle, ödedim. Hastalandım ve bir ay boyunca sıkıntısını çektim. Beni misafir eyleyen kayın biraderim Cevdet KARABAY ve eşine şükranlarımı sunuyorum. İşte İstanbul ve işte ben...
Selam sana İstanbul… Tan yeri ağaran’ da başlar sende hayat Martıların kanatlarına çarpar doğan güneş’in İşte geldim mevsimlerden Sonbahar... Günü yudumlar rıhtımlarında garların’ da Bir simit, bir poğaça Tavşankanı bir fincan çay Siren sesleri bozar sessizliği Yarım kalır fincan’da çaylar Asya’dan, Avrupa’ya, Avrupa’dan Asya’ya Dalgalara çarpa çarpa gelir ve gider vapurlar Al ağalar’ ın kırmızı beyler’ in esirisin Bundan gayrı köledir, sende insanlar… Toprak yok olmuş üstünde Betonlaşmış her köşen Ataşehir, batar şehir kanal İstanbul... Sürünerek yaşıyor kanalında insanlar Yürüyenler yürümüş, sürünenler sürgün Göründüğün gibi değilsin Şule bar olsa da her yerimiz Aslında mutlu değiliz sen ben hiç birimiz... Yedi tepeli şehirsin sen, incisisin Vatan’ın Seni gördüm, Tu’li emelim’ le doldu içim Gözleri üstündedir senin, bütün dünya alem’ in Sultanahmet’in, ruku… secde…ve kıyam Ayasofya mahzun, ben mahzun, sen mahzun En alta konulmuş bir baş; sütun üstüne sütun Sarnıç’ ta hüzün Sende kalmıştım misafir kısa bir zaman Sene 1974 Gündüzler sıcak, geceleri vururdu ayazın Seyreyledim seni gezdim tozdum bir zaman Beyoğlu’n şule bar Tarihti Sultanahmet’ in Hanlar’ ın, hamamlar’ ın, camiler’ in, Mescitlerin Kumkapı başka alemdi, bar’ dı, saz’ dı, cazdı Eminönü’de balık ekmek, bir başka hazdı Selam sana İstanbul… İlk aşkını yaşamıştım sende çocukluğumun Hani ben köyden inmiştim ya şehre, köylüydüm işte ben Zıpkın gibi bir genç, fakat utangaç Hor görmüştün beni Belki ben öyle sandım köylü olduğumdan Parasız da yaşanırdı benim köyüm de Lakin sende; otursan para, kalsan para, yürüsen para Bir şarkı vardı “Para, Para, Para da, para” Napolyon da böyle söylememis miydi “Para, para, para” Parasız yaşanmayacağını öğrenmiştim sende İşte bu yüzden Bazen hüzne dururdu gözlerim Aylardan Temmuz Ben ise terli ve bıçkın Gencecik delikanlı ve yavuz Selam sana İstanbul… Topkapı’ya düşerdi yolum. Sur dipleri, köşe başları, meydanlar, Avare dolaşan kalabalıklar Nüfus üç milyon, şaşkın insanlar Umutlarını yerlere seren İşportacılar İğneden ipliğe ne ararsan var Köşe de kasetçalar, Ferdi inerdi çeşmeye "Gelmez olaydım, görmez olaydım" İstanbul seni sevmez olaydım. Orhan abi batırırdı dünya’yı Nefes, nefes damarlara çekilirdi nağmeleri arabeks’ in Ve ben simit satardım, su satardım; Dolaşırdım köşe bucak Tombala bile çektirdim köşelerinde; Beyoğlu’nun Malbora satardım barlarında yasak ve kaçak... Selam sana İstanbul.. Kitaplar yazılmıştı sana Vitrin’de görmüştüm, bilmem hala durur mu? “Beyoğlu’nda garibanın otopsisi yapılmaz” Otopsi’ si yapılmaz sende ölümlerin Göçler gelirdi Anadolu’ dan Bir gece de konurdu, bir çardak bir oda Dumanlar yükselirdi basık bacalarından Ateşler kül olur, kül’ ü soğutur’du yağan çiğ Babalar bulursa iş, anneler beklerdi aşını Çocuklar ağlardı, pantolonsuz ve çorapsız Şaplak sesleri gelirdi kalçalarından Nisan güllerince güller açardı yanaklarından Selam sana İstanbul… Sende yaşamadım amma bilirim ben seni Tutarsız aşklar, umarsız yaşamlar sendedir. Girdap’ ın da boğulur insanlar çaresiz Kahırlar’ la yoğurulmuş senin hamurun ve ben pişmişim Dalsam boğazına, dokunmaz ki mavi’ n... Selam sana İstanbul… Yedi tepeli şehirsin sen Nazım’ ın gülünü bıraktığı Ve şöyle söyler; ürkek ve sessiz, yutkunarak yudumlar “Yedi tepeli şehrinde bıraktım gonca gülümü Ne ölümden korkmak ayıp, ne de düşünmek ölümü” Derken kahrını dile getiriyordu, sürgündeki Nazım… Mehmet Akif şöyle anlatıyordu seni, sana döndüğünde “Birde İstanbul’ a geldim ki; bütün çarşı Pazar Naradan çalkalanıyor öyle ya… hürriyet var” Ve şöyle bitiriyor sözlerini Akif “Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük, Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük! Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlanacak Yaşasın, Kim yaşasın? Ömrü olan… Şak! Şak! Şak!” Necip Fazıl başka söyler seni can özüyle “Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale” Orhan Veli bir türkü tutturmuş Seni dinliyordu boğaz içinden “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı; Önce hafiften bir rüzgâr esiyor; Yavaş yavaş sallanıyor Yapraklar, ağaçlarda, Sucuların hiç durmayan çıngırakları; İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı”. Ataol Behramoğlu; çiziyordu seni göğsüne Sezai Karakoç bir başka anlatıyordu; mezarlıklarına bakarak “İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla soludum bölük bölük; ahiretin keskin çizgili özgürlüğünü” Ne şairler yetişmiş sende, ne hayatlar yaşar Asya’dan doğar güneş… Avrupa’dan batar… Ah be İstanbul… Yedi tepeli şehirsin sen Güneş aynı an da doğar tepelerinin üstünden Bir yanın Avrupa, bir yanın Asya Minarelerin süngü gibi uzanır Arşı deler ezan seslerin "Bir yanından nur akar, bir yanından kir" Bütün kirlerinin üstüne, savursun beni Ebabil... İstanbul… Karmaşanı bilirim ben senin Akşamdan bir im’ di, gök yüzün’de son kuşlar Geceye salt sessizlik olurdu arka sokakların Ve yalnızlıklar başlardı, yıldızların altında Sesler yükselirdi, sur diplerinde Sonra sessizliğe gömülürdün. Bacaklarını çekerek karnına yumulurdu bezgin’ler Şarap bir yan da, şarapçı bir yanda Dert tasa biterdi o an senin koynun da İstanbul… Gelen geldi, giden gitti, unutuldu, geçti hayli zaman Şimdi kimleri ıslatıyor erkenci yağmurların Son bahar’ın kokusu yayılıyor her yanıma Aylardan Eylül "Eylül de gel" demişti Alpay Bilmem geçti kaç Eylül… Bekleşiyor sanırım ömrüm, belki bir yanılsamadır bilinen En doğruyu aynalar söyler, geldiğimde göz göze İstemesem de kaybolur giderayak silinir izler... ******** Neyleyim İstanbul arzu’ hal edeyim Nefret ediyorum, şu riyakar içli sözlerden Sürgün düştük toprağa o, sahte yüzlerden Usulca geldiler soyu tükenmiş, özü bozuk itler Biri soysuz, biri ermeni bozması, biri devşirme Biri okudu, biri yazdı iş başına geçtidevlet’ lü beyler Seyir defterime kırmızılar bulaştı Arşivler de kaldı adımız, silik ve soluk Bilmem ki hakkımız da şimdi; kimler ne söyler. Ah be İstanbul… İsyanımdır kalemimden damlayan Unutuldu müebbet’ i dostluklarımız Zor nöbetlerini tuttum gece yarılarının Namlu’ da kaldı fişek, tutuldu bilek Gözlerime bakar oldu eşim, yoldaşım, gardaşım Maun gözlü çocuklarım Ekmeğim azalmasın derdim, sigaram bitmesin Dualar ettim Rab’ ba bu işin sonu zalimlikle bitmesin Gelmese derdim gecelerin sonu; pencerem den bakarak Fakat… İstemesem de geçiyordu parmaklarımın ucundan şafak Döndüm baktım arkama, ne dost kalmış, ne de kuşak İşte o zaman hüzün bastı gönlüme Toprağa gömdüm gözümü hep önüme bakarak… 16.10.2016 Ekrem SAYGI İstanbul |