DoğumTiradıyla başlayan yalnızlığın doğum,güne aykırı ayrılıkların kaçışında göğünü okşuyorduk dokunulmamış ellerimle yanan ellerim güneşinde... güneşin mehtaba uğrayıp gece olunca ışıklarımı söndürürdü ki bir gün bir gece vakti ay yansıması suretinde uyanan bebek minik elleriyle hüsranımın en değerli hazinesi doğduğun günü Şubat’a asan ulvi bir el ile kalbime çığ düşürdün on dokuz sene hiç usanmadan uyudun yüreğimde ve bir gece vakti gözüken tuğba ağacının dalı yirmi sene evvelden, acılarımı yetim bırakmayan kadındı... hoşgeldin her Şubat’ta tekrarlanmaya yine hoşgeldin sensizliğin çığır açtığı yeni geçmişine... Doğum... gözlerimde bir acı Ki baban bir gece vakti doğurdu seni annenin avucunda kalan sadece bir sevgi ağıydı seni bana lakayt bıraktıran acı ki sen öldüğüm gibiydin ’acı’ bakışlarındaki acı,sürmende dolaşırdı öpüp gözlerinden gözlerim sonra babana bakamazdı, çünkü aşk haysiyeti kalmamış bir acıydı... Suçu senin göğünde aramak mı yanlıştı yoksa babanın yollarımı kesip kesip annemin ise gözlerimi örgülemesi mi? ki senin saçların evvelde ne iyiydi ne güzeldi doğal bir yalnızlıktı kıvırcıklığını yağmurlarımda ıslatıp rüzgarın en çok dokunmaya korktuğu saçların uçurumlarda bile yalnız dansı gözümleydi sonra sızılardan bir nehir ağardı kara kaşı en az kirpiklerim kadar karaydı nehrin ortasında durağan bir acı hiç gitmedi ağrısı, kırık kalbim sonra attı attı doğumun olduğu gün kendini doğumda yaşlanan bir uçurumdan attı tuğba ağacının dalları yine yetim kaldı... |