İSTANBULHaşmetini tasvire dil muktedir değildir Ne mümkün mısralarda seni yazmak İstanbul Yok henüz yeryüzünde sana emsal bir şehir İki kıtada birden açan zambak İstanbul Caziben hiç eksilmez var olduğundan beri Bir tül gibi kaplamış güzelliğin her yeri Cihan mülküne bedel bir taşının değeri Gözlerden gönüllere yol bulup ak İstanbul Martılar eşliğinde armonisi bir sazın Maziyi hatırlatır akşamüstleri yazın Vapur sesleri dolar kuytusuna Boğaz’ın Sevda yağar göklerden sağnak sağnak İstanbul Özlemleri büyürken sende nicelerinin Romantizmi yaşanır nazlı gecelerinin Nerde sinema keyfi yazlık bahçelerinin Yiten değerlerine dön de bir bak İstanbul Gelmese idi Fatih Bizans’a karşı galip Bu emsalsiz ziynete nasıl olurduk sahip Hangi zindanda durur Genç Osman’ı boğan ip Tarih sayfalarını aralasak İstanbul Papazın Çayırı’nda binbir kuş ötüşleri Beton yığınlar yutmuş umut dolu düşleri Tef seslerine koşut cariye gülüşleri Kulağıma doluşur ağır aksak İstanbul Yeryüzünde ne mevcut ise hepsi sende var İç içe geçmiş sende sevaplar ve kusurlar Aşılmış öbek öbek sınırın olan surlar Varoşların türemiş göçe konak İstanbul Ermeni Yahudi ve Rum’u ile iç içe Asırlarca yaşadık huzur-u kalp içinde Gasp nedir kapkaç nedir bilir miydik evvelce Her nevî suça şimdi oldun yatak İstanbul Fatihan kalkıp gelse istirahatgâhından Tanıyamaz eminim emanetini bir an Ve ölür hiç şüphesiz bir kez daha kahrından Taşıyorken bağrında bunca batak İstanbul Silkin de fırsat verme kara çalanlarına Aktar emanetini hasarsızca yarına Ahlâk ve şeref bırak geri kalanlarına Asalet kolyesini yeniden tak İstanbul (22.04.2006 - Lüleburgaz) Zekâi BUDAK |