METİH VE İYE
Nesib
Bir mevsim tarifi vereyim kara kışın ardından Bir tutam gülüş, İçtenlik bir gram Bir çimdik öpüş; dimdik ayakta tutan, Ve sarılış, direniş, anlayış, Bir mevsim ki Rüzgârlı güne isyan ediyor. Bir mevsim ki devr-i dilârâ Çok fırtınalar geçmiş, Boranlar esmiş başından Cumhuriyet Meydanında umudumu besliyor. Girizgâh Çok isterdim anlatmayı Bir bombayı patlatmayı istediğim kadar Masumlar ölmeden Anaları ağlamaktan kurtarmayı Sevgilim musallada yüzlerce tabut dururken Cesedine ulaşılamazken bile on madencinin Kafasına kurşun sıkılan bir zencinin Zenci değil insan olduğunu Hâlâ milyarcasının aç uyuduğunu Acısını yaşıyorum bilmenin Kırmızı ışıkta el açıp dilenmenin Memleketini bırakıp gitmeyi İnan isterdim senden bahsetmeden Güzeli, kutluyu tarif etmeyi Methiye İye: sahip olan demekse İnanıyorum sahip olduğum şeye İnanıyorum mutluluk üzüm suyuna benzer Sen onu meye dönüştüren maya Seri hoş edensin Bir şiir kahramanı değil Gerçek oğlu gerçeksin Biliyorum insan ayak basabilir Ay’a Yürüyebilir engin denizin üzerinde isterse Korkuyorum istemek yetmez saya, sayıya Gerçek oğlu gerçek yalnızca kaderdir Sen dolu kadehim çarpmasın kayaya Sözümde ne tekerrür ne mübalağa Gözümde daha dahasının olmadığı gibi Zaman bütün belasın toplasın ne âlâ Görmemiş değilsek de dibi Öyle bir yüksekte ki şimdi başım Geçmiş belli belirsiz bir heyûlâ Cânım Can içre oluyorsun candan gün gün Senden öncesini düşünmem değil Düşünürüm, O vakit ölü değilse de yaşamaz sayarım gönlü Yok saymam ama geçmişi, geçmiş; güzelliğinin turnusolü Nasıl ki karanlıkta belirir mehtap Nasıl ki yalan olmadan ulaşılmaz doğruluğa Bir orman ıssızlaşır, havalanır bir koru İçine çeker amansız bir girdap Cazibenin dayanılmaz anaforu Meth ile Feth arasındaki bağdan bana ne İstemem öyle kazanılmış kaleleri İsterim şehrin anahtarlarını ellerime Tartıyorsun işte bakışı, karakteri Adaleti başının üstünde gezdiriyorsun Yalanı dolanı taş altında ezdiriyorsun İstiyorsun sarıldıkça bitirelim esareti Açlığı, yoksulluğu bitirelim istiyorsun Cânım, Adını söylemek en güzel konuşma bana Cancağ’zım Adımı ağzında sımsıkı tutman Kollarını boynuma dolaman Ve bir şarkıyı kendi makamına uydurman. Cânım, Bir unvan değil sana Vücuttaki yerimsin Öyle diyorsun diye gönlüm hoş Hani “evimin direği, erkeğim, erimsin” Adının ötesi fuzuli, boş Canım cancâğ’zım Adınla şerefleniyor ya ağzım. Fahriye Şiir yazmanın çok dörtlük yazmak olduğu zamanlarda da böyleydim ben Kelimeyi gediğine kondurur Evliya misali kediyi damlar arası dondururdum Cümlem öldürür hecem süründürürdü belki Söz hazinesinin anahtarını cebimde bulundururdum. Ey hazinemin kapılarını önünde Sonuna değin açtığım yârim Bul bulabilirsen güzelliğini teşbihleyen Bir hece bir kelime içinde Bul bulabilirsen Yaltacuk’a dönsün hâlim Tegazzül Bir gün zûl gelir çeker gider misin diye soruyorsun ya bana Yürek ancak durur, vücudun terki olur mu sorarım sana Güzelliğine inanmaz gülüşünden söz açsam ‘aman’ dersin Mecnûn’a sordukları Leylâ değil misin söyle şimdi bana Şiir dize ister, toprak yağmur, kadeh içini hoş edecek şarap Ben seni ister, avuçlarım göğe dönük yalvarırım her gün O’na Sen hem bir divan güzeli gibi metafor, yalan, yok da değilsin Bir hançer gibi varsın, sözü kesen bir kılıç gibi sığmayan kına Bugün yer küreyi ışığıyla doldurduğu gündür ey Muradî Bir ayna ol bir yankı güzelliğini saklama da duyur ona Dua Dileğimdir Bükülsün seni yoran yollar Yeni yaşın gözlerimden süzülsün İrademdir Seni acıtan hain kollar Sana değil bana görünsün Gömülsün ne kadarı varsa Kalp kırıkların Etrafım senin ışığınla örülsün Dönüşsün isterim umudumdur aşkınla Uykularım seninle bölünsün! |