0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
817
Okunma
Nesib
Bir mevsim tarifi vereyim kara kışın ardından
Bir tutam gülüş,
İçtenlik bir gram
Bir çimdik öpüş; dimdik ayakta tutan,
Ve sarılış, direniş, anlayış,
Bir mevsim ki
Rüzgârlı güne isyan ediyor.
Bir mevsim ki devr-i dilârâ
Çok fırtınalar geçmiş,
Boranlar esmiş başından
Cumhuriyet Meydanında umudumu besliyor.
Girizgâh
Çok isterdim anlatmayı
Bir bombayı patlatmayı istediğim kadar
Masumlar ölmeden
Anaları ağlamaktan kurtarmayı
Sevgilim musallada yüzlerce tabut dururken
Cesedine ulaşılamazken bile on madencinin
Kafasına kurşun sıkılan bir zencinin
Zenci değil insan olduğunu
Hâlâ milyarcasının aç uyuduğunu
Acısını yaşıyorum bilmenin
Kırmızı ışıkta el açıp dilenmenin
Memleketini bırakıp gitmeyi
İnan isterdim senden bahsetmeden
Güzeli, kutluyu tarif etmeyi
Methiye
İye: sahip olan demekse
İnanıyorum sahip olduğum şeye
İnanıyorum mutluluk üzüm suyuna benzer
Sen onu meye dönüştüren maya
Seri hoş edensin
Bir şiir kahramanı değil
Gerçek oğlu gerçeksin
Biliyorum insan ayak basabilir Ay’a
Yürüyebilir engin denizin üzerinde isterse
Korkuyorum istemek yetmez saya, sayıya
Gerçek oğlu gerçek yalnızca kaderdir
Sen dolu kadehim çarpmasın kayaya
Sözümde ne tekerrür ne mübalağa
Gözümde daha dahasının olmadığı gibi
Zaman bütün belasın toplasın ne âlâ
Görmemiş değilsek de dibi
Öyle bir yüksekte ki şimdi başım
Geçmiş belli belirsiz bir heyûlâ
Cânım
Can içre oluyorsun candan gün gün
Senden öncesini düşünmem değil
Düşünürüm,
O vakit ölü değilse de yaşamaz sayarım gönlü
Yok saymam ama geçmişi, geçmiş; güzelliğinin turnusolü
Nasıl ki karanlıkta belirir mehtap
Nasıl ki yalan olmadan ulaşılmaz doğruluğa
Bir orman ıssızlaşır, havalanır bir koru
İçine çeker amansız bir girdap
Cazibenin dayanılmaz anaforu
Meth ile Feth arasındaki bağdan bana ne
İstemem öyle kazanılmış kaleleri
İsterim şehrin anahtarlarını ellerime
Tartıyorsun işte bakışı, karakteri
Adaleti başının üstünde gezdiriyorsun
Yalanı dolanı taş altında ezdiriyorsun
İstiyorsun sarıldıkça bitirelim esareti
Açlığı, yoksulluğu bitirelim istiyorsun
Cânım,
Adını söylemek en güzel konuşma bana
Cancağ’zım
Adımı ağzında sımsıkı tutman
Kollarını boynuma dolaman
Ve bir şarkıyı kendi makamına uydurman.
Cânım,
Bir unvan değil sana
Vücuttaki yerimsin
Öyle diyorsun diye gönlüm hoş
Hani “evimin direği, erkeğim, erimsin”
Adının ötesi fuzuli, boş
Canım cancâğ’zım
Adınla şerefleniyor ya ağzım.
Fahriye
Şiir yazmanın çok dörtlük yazmak olduğu zamanlarda da böyleydim ben
Kelimeyi gediğine kondurur
Evliya misali kediyi damlar arası dondururdum
Cümlem öldürür hecem süründürürdü belki
Söz hazinesinin anahtarını cebimde bulundururdum.
Ey hazinemin kapılarını önünde
Sonuna değin açtığım yârim
Bul bulabilirsen güzelliğini teşbihleyen
Bir hece bir kelime içinde
Bul bulabilirsen Yaltacuk’a dönsün hâlim
Tegazzül
Bir gün zûl gelir çeker gider misin diye soruyorsun ya bana
Yürek ancak durur, vücudun terki olur mu sorarım sana
Güzelliğine inanmaz gülüşünden söz açsam ‘aman’ dersin
Mecnûn’a sordukları Leylâ değil misin söyle şimdi bana
Şiir dize ister, toprak yağmur, kadeh içini hoş edecek şarap
Ben seni ister, avuçlarım göğe dönük yalvarırım her gün O’na
Sen hem bir divan güzeli gibi metafor, yalan, yok da değilsin
Bir hançer gibi varsın, sözü kesen bir kılıç gibi sığmayan kına
Bugün yer küreyi ışığıyla doldurduğu gündür ey Muradî
Bir ayna ol bir yankı güzelliğini saklama da duyur ona
Dua
Dileğimdir
Bükülsün seni yoran yollar
Yeni yaşın gözlerimden süzülsün
İrademdir
Seni acıtan hain kollar
Sana değil bana görünsün
Gömülsün ne kadarı varsa
Kalp kırıkların
Etrafım senin ışığınla örülsün
Dönüşsün isterim umudumdur aşkınla
Uykularım seninle bölünsün!