TETE ve UZAKLARA GİDEN KADIN
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
-Yeşil kayalar tam şurada olmalı evlat, elime doğru bak, parmak ucuma...gördün mü ?
-Boşver be tete, boşver...
-dahasını anlatma bana.Artık ne canım dinlemek istiyor, ne de akmak istiyor gözümdeki yaşlar.İstersen gel senin saçlarını şöyle tek, tek örgüleyeyim; ömrün gibi...ha ne dersin, otur yanıbaşımda yeşil kayalara bak.Bak ve gördüğünü düşün, hadi düşün.
-çok uzakta değiller tete, dokunsan yakalarsın neredeyse namuzsuzum.Kaya değil mi bunlar bir yağmurluk canı var işte, bir sel olsa hepsi senin kucağında.
Yok tete üzme bu kadar kendini, ben bu kayaların yeşil kayalar olduğunu " uzaklara giden kadını " sen bana anlatmadan önce inan hiç fark etmemiştim.Biri rengini sorsa yemin ederim bilmezdim.Hatta orada kaya var mı onu bile bilmezdim.
Şimdi bakıyorum da hem kayaların rengi sahiden de yeşilmiş onu fark ettim, hem de etrafında ne çok renkler varmış...hayret tete.!
Kendime diyorum ki, acaba bunu tete sayesinde mi öğrendim,
yoksa " uzaklara giden kadın " sayesinde mi ?
.
.
Üzülme evlat.!
Dedim ya...gelincik tarlasından gelincik toplamak, papatyalardan da taçlar yapıp saçlara takmak kolaydır.
ammavelâkin...!
Bunlar var ya bunlar, senin gördüğün, benim görmediğim...çabucak solar gider.
Güzeli çirkinden ayırmak da kolaydır, yeterki göz görsün.
Karanlık basınca güzelle çirkini birbirinden ayırmak için gönül gözü ister.
İşte ben gönül gözümle sevdim "uzaklara giden kadınımı", hayatım boyunca ne o beni gördü ne de ben onu...birgün beni bıraktı gitti işte kısmet " uzaklara, çok uzaklara, yeşil kayaların ardına ".Belki O beni görebiliyordur, belki sarıdır sahiden de saçları, hatta gözlerinin rengini de biliyordur.
-En çok neyi görmek isterdim bilir misin evlat "uzaklara giden kadınımın dodohişçalarını ".!
.
.
-tete,
gözlerim görmeyi yeniden öğrendi,
şimdi etrafına utanarak başını önüne eğip de bakıyor.
. .
biliyor musun tete ?
körlerin dünyayı en çok gören insanlar olduğunu işte böylece öğreniyorum.
günlerdenbiröykü 2011 Davidoff **** Seçki üyelerine teşekkürlerimle.
tete:kızılderili dilinde dede
dodohişça:kızılderili dilinde dudak
YORUMLAR
Bir zamanlar bir hikaye okumuştum. Hatırladığım kadarı ile hastane odasında yatağa bağımlı dört hasta vardı...
Dördüde yatağa bağımlıydı ve sadece bir tanesinin yatağı camın kenarındaydı. İşte o camın kenarındaki hasta hergün dışarıda gördüklerini diğer üç arkadaşına anlatıyordu. Seyyar satıcıları, sattıkları şeyleri, bir park ve parkın içinde koşturan çocuklar, kuşlar, çiçekler, böcekler vs... Bıkmadan usanmadan anlatıyordu... Diğer üç hasta onu dinliyor ve anlattıklarını hayal ediyorlardı. lakin bir tanesi içten içe kıskanıyor ve nerdeyse onun ölmesi için dua ediyordu. Çünkü o ölürse, büyük ihitamalle diğer iki hastadan daha kidemli olduğu için, pencerenin yanındaki yatağa kendisi geçecek ve kendi gözleriyle görecekti bütün o güzel şeyleri...Bir sabah beklediği oluyor ve hasta ölüyordu...Beklediği oluyor öğleden sonra yatak temizleyen hasta bakıcılar kendisini oraya taşıyordu ama odanın içinde bir çığlık duyuluyordu. Çünkü camdan baktığında yüksek bir duvar görüyor ve o çığlığın ardından sadece"Tanrım beni affet" diyebiliyordu...
Sanırım hikaye daha uzun ve ayrıntılıydı ama ben aklımda kaldığınca özetlemeye çalıştım.
Biliyorumki bir gün başka bir yazının altına da sizin yazınızı özetleyeceğime eminim... (tabi Allah ömür verirse) :-))
Çok beğendim çok tebrikler...
İhsan TURHAN tarafından 5/28/2011 9:40:51 PM zamanında düzenlenmiştir.
Davidoff
Burada önemli olan diğer hastalara yaşamı renklendirmekti, sağolun.
Elinize saglık,yine beni benden aldınız.
Sayenizde,çok çok uzaklara gittim.
Mutlu olun,sevgiyle kalın.
SELAMLAR
Davidoff
" UZAKLARI YAKIN EDEBİLDİYSEM NE MUTLU ".
Teşekkür ederim.
Ve bir uzak
uzaklarin aldigi gözler, alindiginca b/akiyor gözler
aktikca yaziyor kalem.
Yüregi yine okumak hep huzur.
huzur veren gönlünle var ol degerli kalem
sevgimle
Davidoff
SEVGİMDESİN, HER ZAMAN.
“ Washington’daki Büyük Şef,
Beyaz adam silahlarla gelip, toprağımızı satın almak istiyor. Gökyüzünü, toprağın ısısını nasıl alıp satabilirsiniz? Bu fikir bize garip gelir. Eğer biz havanın tazeliğine ve suların parıltılarına sahip değilsek, onları nasıl satın alabilirsiniz? Bu dünyanın her parçası benim insanlarım için kutsaldır. Her parlayan çam iğnesi, bütün kumlu sahiller, karanlık ormanlardaki sis, her açık alan ve vızıldayan böcek, halkımın tecrübe ve anılarında kutsaldır. Ağaçların gövdelerinden akan sular, Kızılderililerin anılarını taşır.
Dereler ve nehirlerden akan, parıldayan sular, sadece su değil ama atalarımızın kanlarıdır. Eğer size toprak satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlamalı ve çocuklarınıza da öğretmelisiniz. Suyun mırıltısı babamın babasının sesidir. Nehirler erkek kardeşlerimizdir, susuzluğumuzu giderirler. Nehirler kanolarımızı taşır, çocuklarımızı beslerler. Eğer size toprağımızı satarsak, hatırlamalı ve çocuklarınıza öğretmelisiniz ki, nehirler bizim kardeşlerimizdir ve bundan dolayı sizler de nehirlere, herhangi bir kardeşe göstereceğiniz kibarlığı göstermelisiniz
Dünya, beyaz adamın kardeşi değil ama düşmanıdır ve onu fethetti mi, ilerlemeye devam eder. Babalarının mezarını geride bırakır ve aldırmaz. Çocuklarından dünyayı kaçırır, aldırmaz. Onların haklarını unutmuştur. Annesi olan dünyaya ve kardeşi olan gökyüzüne; satın alınan, yağma edilen, koyunlar ya da parlak boncuklar gibi değişilen bir malmış gibi davranır, iştahı dünyayı yiyip bitirecek ve geride sadece bir çöl bırakacaktır.
Beyaz adamların şehirlerinde sakin yer yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Ama bu belki benim vahşi olmamdan ve anlamadığımdandır. İnsan eğer bir kuşun yalnız ağlayışını veya su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini duymazsa hayatın anlamı nedir?
Toprağımızı alma teklifinizi düşüneceğiz. Eğer satmaya karar verirsek, bir şart koyacağım. Beyaz adam bu toprağın hayvanlarına kardeşi gibi davranacak. Hayvanlar olmadan insan nedir? Eğer bütün hayvanlar bitse, insan, ruhun büyük yalnızlığından ölürdü. Çünkü, hayvanlara ne olursa, insana da aynısı olur, kısa süre içinde!
Ayakları altındaki toprağın, büyükbabalarının külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar. Dünya annenizdir. Dünyaya ne olursa, onun oğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar yere tükürürse kendi üzerlerine tükürürler. Dünya insana ait değildir, insan dünyanındır.
Birkaç saat ya da birkaç kış sonra, bu dünyada bir zamanlar yaşamış büyük kavimlerin veya şimdi ufak topluluklar halinde ormanda dolaşanların çocukları da kalmayacak, bir zamanlar sizinkiler gibi güçlü ve umutlu olanların mezarlarında yas tutmak için. İnsanlar gelir ve gider, denizin dalgaları gibi. Tanrısı kendisiyle arkadaş gibi konuşan ve yürüyen beyaz adam bile, bu ortak kaderden ayrı tutulamaz.
Beyaz adam belki bir gün keşfeder, tanrımız aynı tanrı. Şimdi bizim toprağımıza sahip olmak istediğiniz gibi, ona da sahip olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ama olamazsınız. O insanın tanrısı ve şefkati Kızılderili için de, beyaz adam için de aynı. Bu dünya onun için değerli ve dünyaya zarar vermek onun yaratıcısını küçümsemektir. Beyazlar da geçip gidecek, belki bütün diğer kavimlerden önce. Yatağına pislik yığmaya devam et, bir gece kendi pisliğinde boğulacaksın.
Biz, Buffalolar katledildiğinde, vahşi atlar ehlileştirildiğinde, ormanın gizli köşeleri pek çok insanın kokusuyla dolduğunda ve diri tepelerin görünümü konuşan tellerle lekelendiğinde, anlayamıyoruz. Çalılık nerede? Gitmiş! Kıvrak taylarla av hayvanlarına elveda demek nedir? Yaşamın sonu ve yaşamaya başlamanın başlangıcı.
Bu dünyadan en son Kızılderili de yok olduğunda ve anası sadece çayırlar üzerinde hareket eden bir bulutken, bu kıyılar ve ormanlar hala halkımın ruhunu muhafaza edecekler. Çünkü halkım bu dünyayı, yeni doğan bebeğin annesinin yürek atışını sevdiği gibi sever. Öyleyse, eğer topraklarımızı satarsak, onu bizim sevdiğimiz gibi sevin, onunla bizimki gibi ilgilenin. Bu diyarın anısını, onu aldığınızdaki gibi saklayın. Bütün gücünüz, aklınız ve kalbinizle, onu çocuklarınız için koruyun ve sevin. Tanrının hepimizi sevdiği gibi.
Bildiğimiz bir şey var. Tanrımız aynı tanrı. Bu dünya onun için değerli. Beyaz adam bile bu ortak kaderden ayrı tutulamaz. Bütün bunlardan sonra kardeş de olabiliriz. Göreceğiz! ”
Bu mektubu hatırlamadan olmazdı. Yıl sanırım 1982'ydi bir derginin orta sayfasında rastlamıştım ilk kez. Beni nasıl çeldiğini ve nasıl sarsıldığımı halen hatırlıyorum. Çünkü içerimde ki ses buna çok yakındı, realite hayallerimizi zıpkınlamadan önce ! Dünyaya bir bakış keliştiremeyenler, kendilerinide asla göremezler...
Bu yazıya ne kadar yakın ve ne kadar uzak düşünmedim, ama, yazı bana daha çok bunu hatırlattı...
Başarı,selam,saygı...
Davidoff
Fakat,en çok hoşuma giden;
Okurken" öykünün içinden bir öykü daha çıkaran hatıralarınız."
NASIL TEŞEKKÜR ETSEM BİLEMİYORUM.
Anlamlı ve -insani açıdan- gerekli bir içsel yolculuk...
Görüneni göremeyen ve görünmeyeni görebilen onca insan var etrafımızda; yaşama akarken, yaşamdan akıp giden...
Binlerce göz, binlerce kapı demektir "kalp gözü/gönül gözü"...Allah' ın özellikli yarattığı insanoğlu, bu yönüyle hayatı anlamlı ve daha yaşanılır kılar, ya da; düğüm düğüm düğümler...
Felsefi bir derinliğin imbiğinden süzülerek güne düşen bu anlamlı paylaşımın değerli kalemine saygı ve dostlukla...
Benim eşim, baba tarafından kızılderili ve anne tarafından Afro Amerikalı bir kişidir. Yazınızı o yüzden daha bir zevkle okudum. Bazen öyle sözler eder ki, insanı derin düşüncelere sevk eder. Türkçe ona zor geldi ve öğrenemedi ne yazık ki. Ama " Sizler konuşurken sıkıldığımı sanıyorsunuz ya, çok yanılıyorsunuz... Ben sizin konuşurken kaçırdığnız, görmediğiniz ne çok ayrıntı görüyorum ve bu bile beni mutlu ediyor. " der.
Yani o da, bir nevi gönül gözüyle bakıyor bizim dünyamıza..
Zevkle okuduğum güzel bir yazıydı..
Sevgiler,
Davidoff
TEŞEKKÜR EDERİM Billur Hanım güzel yorumların için.
Amerikan film kültürümüz öyle içimize yer etmişti ki bir zamanlar, ne vakit kızılderili filmi izlesem o gece annem başımda sabahlardı.
Hatta köyden bir kadını filmde gördüğüm oturan oturmayan boğalara benzetir ondan köşe bucak kaçardım. Her an arkasından boncuklu bir balta çıkartacakmış gibi gelirdi bana...
Ama büyüdüm herkes kadar. Ve herkes kadar anladım anlatılanlar anlatıldığı gibi değilmiş.
Tebrik ediyorum.
Ve hala pozitif yönde kıskanmaya devam ettiğim iki yazardan birisin.
Davidoff
Allahım ya, sen beni çaycı mı falan mı sandın :)
Aynur Engindeniz
Tamam geçiyorum köşeme:)
Buyur seni de beklerim. Tek çıkmıyor meredin keyfi:))
TETE ve UZAKLARA GİDEN KADIN BU ÖYKÜDE TABİKİ BİR HAYAL ÜRÜNÜDÜR...
Fakat gerçek yaşamda YEŞİL KAYALARI ömür boyu görmeden yaşayan binlerce, belki de onbinlerce TETE var, sevgilisinin, çocuğunun, saçının,gözünün renginin hayaliyle yaşlanıp ölen TETE...
Bizler; küçücük şeyleri dert edinirken yaşlanıp ölen TETELER...
TEŞEKKÜR EDERİM SEÇKİ KURULUNA, KENDİMDEN ÇOK GÖRMEYENLER ve GÖZLERİNİ YENİDEN KULLANMASINI ÖĞRENECEKLER İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.
Kalimera.
[-çok uzakta değiller tete, dokunsan yakalarsın neredeyse namussuzum]
Ugh! Anlatum oni. Var ben de tetenun teduğune katılmak evlat...
İşte aradığım ip ucu buydu; yani “namussuzum” kelimesi.
Allah seni inandırsın, şimdiye kadar seyrettiğim hiç bir western filminde kötü roldeki kızılderiliye bile kem gözle baktıysam "namussuzum" .
Tevekkeli değil, kan çekiyormuş meğer.
Selamlar
Dip not: Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan 20 Şubat 1996 tarihli Hürriyet gazetesinde başlayıp iki gün süren yazı dizisinde Kızılderililer’in Türklerle akraba olduklarını belirtiyor. Türkkan, yazı dizisinde Kızılderili dillerinde 300-500 Türkçe sözcük olduğunu da belirtiyor ve bir de anısını anlatıyor: “New York’tayken televizyonda ‘Güller Resmi Geçidi’ni seyrediyordum; otomobil ve kamyonetler renk-renk desenler halinde güllerle donanmıştı. Çeşitli ülkelerin katıldığı bu şöleni televizyoncu Chet Huntley anlatıyordu. Bir takımı ‘Şimdi Meksika Kızılderililerinki geçiyor’ diye tanıtınca, yardımcısı elindeki kâğıdı işaret etti. Spiker de şöyle özür diledi: ‘Kızılderililer’in değil, Türkiye Konsolosluğu’nunmuş. Desenler o kadar benziyor ki şaşırdım’ ” (kız kulesi’ndeki kızılderili, Sunay Akın).
Davidoff
Ağyar Kızılderililerle Türkler taa taşdevrinden beri akrabalar, bunu öğrenmek için prof. olmaya gerek yok ki.
Bizim evimizden az ileride yazlık sinema vardı, kızılderili filmi geldiğinde oturulacak yer kalmazdı, buna en çok sevinen de gazozcu olurdu, garibim bir sezonluk gazozlarını bir film boyunca satardı.
İŞTE İSTANBUL,
İŞTE KIZILDERİLİ AKRABALARIMIZ, TEŞEKKÜR EDERİM.
Ama olmadı bunu okumak şimdi. Çay fincanı dudağıma yakın bir mesafede donup kaldı....
Seviyorum ucunda anlam barındıran yazıları.
Ama bu saatlerde okumamalıydım.
Çok tebrik ederim, çok ve çok...
Sevgiler.
Davidoff
TV.İZLEMEYİ SEVMEYENLER KLÜBÜ BAŞKANI Davidoff :)
Aynur Engindeniz
Belli bir yazıp pir yazmandan :))
Ben o dört dakikalık aralarda 4 sigara içip ocağın dört gözüne yerleştirdiğim yemeklerin pişmesini dört gözle beklerken dört dörtlük birer Zonguldak kömürü icad ediyorum sevgili arkadaşım:))
Masal tadında bir öykü
nefis
müzikle birlikte harika gitti canım
ah bu yazan parmaklarını bir gün öpebilecek miyim ben? :(
Davidoff
TEŞEKKÜR EDERİM KALİM.
Davidoff
o yüzden en sevdiğimdir küçük çirkin kızın büyük masalları.
Kalimera.
Davidoff
bana içinde küçük pembe tavşan olan bir öykü yaz ama günün öyküsü olacak kadar güzel olsun :)
SÖZ MÜ ?
Kalimera.
erolabi
İki oldu...
Üç oluy...
Ugh!
"Uwatwekwn hokowasinedil kewwesstre" yani "Dilinden bal damlayan kısa sözlü kadın" siz demiştiniz ki ,bundan sonra daha uzun yazacağım.
Yalnız bir eleştiri yapmalıyım.
Bu Kızılderili emmi, bütün olanları Türkçe anlatmış da neden "dudak" dememiş.
Kısa....
Damağımızda kaldı tadı hikayenin.
Anlaşılan bu "söz vermiş" haliniz.
Kısadan az bi farklı oldu mu uzun mu saymalı.
Tete 'yi görünce başladım gülmeye. Benim bir yeğenim var.
Lakabı "Tete."
( Akraba olmayalım sakın..memleket nere?)