- 876 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KAYBETMEYELİM BİRBİRİMİZİ
Bir dostla konuştum bugün. Uzun zamandır görüşmediğim, çok sevdiğim ve değer verdiğim bir dostumla. Özlemişiz birbirimizi, birbirimizle sohbet etmeyi. Eskilerden, yenilerden, neler yaptıklarımızdan, nelerle uğraştıklarımızdan, çocuklarımızdan bahsettik durduk karşılıklı.
Eskiden olsa öğrencilik yıllarımızda yaptığımız yaramazlıklardan, asiliklerden, kitaplardan, dergilerden konuşurduk. Şimdi ise ev işleri, çocukların yaramazlıkları, hastalıkları, şu hastalığa şunu yaparsan iyi gelir, bu hastalığa bunu yaparsan iyi gelir… diye konuşuyoruz.
Onun da benim de ve aslında birçok müslüman ev kadınının da aynı sıkıntılardan muzdarip olduğunu bildiğim, fakat bunun için sadece ah-vah edip çıkar yol da bulamayışımızla kalışımız bu konu üzere benim düşünmeme ve oturup yazmama sebep oldu.
Aslında hem hep düşündüğüm hem de hep sıkıntılandığım bir durum bu. Hiçbir şey yapmıyormuşuz gibi gelen hayatımızın ileride bize neler getireceğini az çok tahmin ediyoruz ve belki de bu katlanılır yapıyor hayatımızı. Fakat ne hikmetse bugün geçen zamanın boşa kürek sallamak olduğu fikrinden de vazgeçemiyoruz.
Halbuki evde geçirdiğimiz bu yıllarda yuvayı sıcaklaştıran, o yuvayı neşeyle dolduran, o yuvayı yuva yapan bir çok şeyi biz yapıyoruz aslında. Biz, ev hanımları!
Çocuklarımız temiz ve sıcak bir evde anneleri ile birlikte vakit geçirebiliyorlar. Bazen birlikte pastalar yapıyoruz, bazen sofralar hazırlıyoruz, misafirler ağırlıyoruz. Bazen oyuncakları dağıtıyor, bazen birlikte topluyoruz. Yani onların en ihtiyaç duydukları dönemde onlarla birlikte oluyoruz.
Fakat biz ev hanımları en verimli olabileceğimiz yılları, evde geçirmenin verdiği sıkıntıyı da bir türlü üzerimizden atamıyoruz. Çocuk yetiştirmenin vakit kaybı olduğu düşüncesini hem zihnimizden çıkaramıyoruz hem de bunu itiraf edemiyoruz, çünkü biliyoruz ki yanlış düşünüyoruz.
Yaptığımız işler, birlikte geçirdiğimiz vakitler… bunların hepsi boşmuş gibi geldiği zamanlar çok oluyor. Bir tarafımız “niye hep ben, sadece ben” diyorken; diğer tarafımız haksızlık ettiğimizi, fıtren de böyle olması gerektiğini söylüyor.
Herkes en yakınındakine bakar bu durumdayken herhalde. Ben de öyle yapıyorum zaman zaman.
Annemi düşünüyorum; onun evi, eşi ve çocukları için yaptığı inanılmaz fedakarlıkları düşünüyorum.
Çok başarılı bir öğrencilik hayatı olan ve üniversite üçüncü sınıftan, okulu evliliği ile birlikte götürmekte zorlanan ve terk eden o kadını.
Eşi taşınması oldukça zor olan bir adamdı. Zaman içerisinde beş çocuk sahibi oluşları ve babamın da zorluklarla dolu olan hayatı yaşamayı seçişi bu durumu kat be kat zorlaştırıyordu. Mahkumiyetler, gözaltılar…
Bu durumdaki bir kadının ne yapabileceğini hiç düşünebiliyor musunuz?
Her birimizle ayrı ayrı uğraşan, dertlerimizle dertlenen, hastalandığımızda sabahlara kadar başımızı bekleyen, bütünlemeye kaldığımızda biz çalışalım diye bizimle birlikte oturup ders çalışan, sürmesi gerekli olan bir işi -batmasın diye- bizzat idame ettirmek için sabahlara kadar gazete okuyup kesen, maddi sıkıntılar içinde zorluklarla ve hayatla boğuşan, bazen bunalsa bile küçücük şeylerle mutlu olabilen, hep dimdik olmayı başaran o kadın. Hala sabırla ayakta ve hala bir çok sıkıntıyı göğüsleyebiliyor.
Ben babamın zorluğundan bahsederken yardımcı olmadığından yada zulmeden bir adam olduğu için böyle şeyler yaşanmıştır demiyorum. Bilakis çok takdir eden, iltifatı seven, çocuklarına çok iyi bir anne olduğunu tekrar tekrar söyleyen ve “Sen olmasaydın ben Ercümend Özkan olamazdım” diyen bir adamdı babam. Hep dilinde “Hakkını helal et Hanım, kahrımızı hep sen çekiyorsun” diyebilen bir adam. Ve karşısındaki sanki bütün dünyayı taşımaktan yorulmuşçasına bitkin iken bir anda bu sözlerle kendine gelip moral bulan, ufak tebessümlerle karşılık veren bir kadın.
Ben şahidim ki babam iyi bir eş, iyi bir baba ve iyi bir müslüman olma çabasındaydı hayatı boyunca. Ve ben yine şahidim ki annem bütün zorluklara, bütün sıkıntılara rağmen, “Bir daha dünyaya gelsem, aynı zorlukları yeniden yaşayacağımı bilsem, yine O’nunla evlenirdim” diyen, güçlü ve sağlam bir kadın. Ayrıca çok güzel yemekler yapan, çocuklarına en güzellerini dikip giydiren, pişirip taşıran, akraba ve dostluk ilişkilerini hep iyi tutabilen, çocuklarıyla bazen anne bazen arkadaş olabilen, hiçbir misafirini geri çevirmeyip en güzel şekilde ağırlayan, asla asık suratlı olmayan, dertlerimizle dertlenen, sevinçlerimizle sevinen çok iyi bir eş, iyi bir anne ve iyi bir Müslüman olmak için uğraştı ve hala uğraşıyor. Bunların yanı sıra bir de yazarlık yapıyor, panelist olarak davetler alıyor, konuşmalar yapıyor.
İşte bu kadını ve yaşadıklarını düşündüğümde her şey daha kolay ve katlanılır geliyor bana. Bize ne oluyor ki diyorum, biz ne yaşadık ki!
Modern hayatın kaygısı bazen biz inanan kadını bile yoldan çıkarabilecek kadar sarıyor zihnimizi, düşüncelerimizi. Öyle ki seyredilen dizilerde veya filmlerde kendimizi arama çabasına giriyoruz ve beklentilerimiz de bu yönde farklılaşıyor. Belki kadın hassasiyetiyle bakıyoruz yaşadıklarımıza ve yaşananlara. Fakat şunu gayet iyi biliyorum ki yeterince ilgi göstermiyoruz eşler olarak birbirimize. Bu ilgisizliğin sonuçlarını bugün görmüyor olabiliriz, ama yarınlar karanlık görünüyor. Boşanmaların çoğaldığı günümüzde hiç mi düşünmüyoruz, hiç mi bakmıyoruz etrafımıza. Kuşatıldığımızın farkına niye varamıyoruz? Kadınımızla erkeğimizle görmeliyiz toplumdaki hızlı çöküşü. Farkına varmalıyız ve daha çok kenetlenmeliyiz birbirimize. Bu noktada size büyük görevler düşüyor beyler.
Bugün birçok Müslüman erkeğin, eşlerinin yaptığı fedakarlıkları görmezden gelişi de bana bunları düşündürüyor. Bekli de bu yüzden bu yazıyı yazma gereği duydum içimde. Sıkıntılarımızın hemen hemen aynılığından bahsetmek istedim ve aslında çözümlerinin de çok kolay olduğunu göstermek istercesine.
Bu hayatı birbirimize zehir etmek yerine neden kolaylaştırmıyoruz? Neden umutlarımızı yitiriyoruz ve sevgilerimizi eskitiyoruz? Neden birbirimize güzel birkaç cümle etmek yerine sürekli kusur buluyoruz? Bu kadar mı zor takdir etmek, bu kadar mı zor birbirimizi anlamak? Hayat o kadar kısa ki sona yaklaştığımızı bilsek bile inanın söylemek istediklerimizi yetiştirmekte güçlük çekeriz. Eşlerin birbirlerine söyleyecekleri güzel şeyler onları şımartmak değil, bilakis yaşanan birlikteliği canlı tutmak için gerekli. Birkaç güzel sözcüğü esirgemeyiniz eşlerinizden, takdir ve tebrik etmeyi biliniz lütfen. Gönül almak bu kadar zor olmasa gerek, öyle değil mi?
Neyi yaşamak istersek onu en güzel şekliyle yaşamalı, sıkıntılı zamanlarımızın da geçici olduğunu düşünüp, tebessümle bakmalıyız hayata. Birbirimize huzur vermeli, birliktelik rahmete vesile olmalıdır, tıpkı ayetin söylediği gibi:
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (30/Rum-21)
YORUMLAR
Ilık kış gününün yaşandığı bir cumartesi günü insanın içini ısıtan sımsıcak aile yazınızı zevkle okudum.
Hayatta en değerli varlıklar olan çocuklar; öyle ki;bir filozofun deyimiyle onların düşüncelerine biz rüyalarımız da bile ulaşamıyoruz. Ve bu çocukları yetiştiren önce anneler...Biz babalar biraz nazlanınca,yaramazlık yapınca kızıyoruz galiba.Onlarla vakit kaybetmek asla zaman kaybı değil.
Bir kadının inceliğini,zerafetini,alımını ve emanet oluşunu biliyoruz ama bazen yaşanan hayat şartları bize hepsini unutturuyor.Kırıcı,kaba,çekilmez oluyoruz.
Kaleminize sağlık...