- 867 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
CESUR DADAŞ-1
Ankara’nın gecelerini intaniye balkonundan seyretmek ayrı bir tutkudur benim için. O güzelliklere bakmadığım zaman gözlerim küser sanki. Sanki ayaklarımla anlaşmışlar gibi... O güzelliklerden uzak kalınca beynim karıncalanır, ayaklarım beni sürüyerek balkona götürür.
Balkon, Gülhane Hastanesinin eksi bir katında bulunan kliniğimin dışındadır, kliniğin uzunluğu kadardır genişliği üç, uzunluğu yetmiş-seksen metre kadardır, yayla gibi...
Gün batımının evlerdeki, tepelerdeki akışını seyretmek ayrı bir keyif, ayrı bir hüzündür. Grup vakti oluşan kızıllık özellikle, beni hüzne, hüzünlü anılara götürür. Onlarla dolar, onlarla yaşarım. Sadece çayım ve sigaram dosttur o hüzün deryasının içinde...
Soğuk Ankara ayazında bir akşamüstü, kızılın gönlümü kızıla boyadığı an, kadife kızıl gülün yuvarlanan damlalar gibi gözpınarlarımdan kopan damlalar, yanaklarımdan sıcacık süzülüverdi. Gözlerimin önü sisliydi sanki. Sanki sigaramın dumanı kaplamıştı dünyamı.. Dadaşım için yuvarlanıyordu, garip ana-babası için.Beynim coştukça duygularım kabarıyor, gözlerimden sel olup akıyordu.
Klinik nöbetçisiyim.. Nöbetler onbeş gün sürer bizde... Sabah sekize doğru başlayan uğultu, gürültü, koşuşturma saat beşten sonra bıçakla kesilmiş gibi yerini sessizliğe bırakır, arasıra iniltiler arasıra öksürükler sessizliğinizi bozar..
1987 Yıl Mart ayı diye hafızamda o gün, Ogün öğleden sonra hocamız;
-’Çocuklar Kıbrıs’ta bir askerimiz Reo ile duvar arasına sıkışmış... Sol kalçası parçalanmış, kas ve yumuşak dokuları ezilmiş. Bu iki gün önce gazlı gangren gelişmiş, ambulans uçakla Etimesgut havaalanına geliyor. Odasını hazırlayın, gelince bana haber verin.’ dedi.
Bir telaş içinde odası hazırlandı, beklemeye koyulduk. Bu arada kitap ve dergilerde ne kadar gazlı gangren ile ilgili yazı varsa hepsini hızlıca gözden geçirdim. Kafamda. bakım, pansuman ve tedaviye yönelik hiçbir soru işareti kalmamıştı.
Akşam üstü ambulansın siren sesiyle fırladık. Gülhane’nin arka yokuşundan önce ambulansın burnu gözüktü. Arkadan ışıklarıyla beraber fırtına gibi arka kapıya yanaştı. Çok acil bir hasta gelmiş gibi hızlı bir şekilde hasta sedyeyle beraber indirildi. Koşar adımlarla asansöre, oradan bir kat yukarıdaki kliniğe alındı. Hasta yatağa geçirilir geçirilmez tansiyon, nabız, ateş, serum, ilaç, oksijen uygulamalrı birbirini takip etti.
Hastamız 190 boylarında 92-93 kilo civarında mertcivan bir delikanlı. Buğday tenli, kara kaşlı, kara gözlü yiğitmi yiğit bir delikanlı. Meraklı bakışların altında sakinlik ve cesaretin yattığı belli.
Daha sonra yara yeri açıldı. Sağ kalçadaki kaslar, deri paramparça olmuş, kemik, sinir ve damarlar ürkütücü bir şekilde ortada, bacak ve karın alt kısmında farklı bir kırt sesi(krepitasyon) hakim. Keşke diyor insan; sırf bacakta olsa bacağı kesip atarak hastayı kurtarabilirdik. Ama karında da olması mücizelere gebe... Şansımız yok. Yara pansumanı yapılıp kapatıldı. Destekleyici tedavi başlandı.
Hastayı odasında duygularıyla ve hemşire hanımla başbaşa bırakıp çıktım. Aslında çıkarken tüm varlığıyla hastayı beynime ve sırtıma aldım. Ne olacaktı, nasıl yapılacaktı, manen nasıl güçlendirilecekti? Hastalığın seyri kötüydü ama seyir hızı ne olacaktı?
Yapılan muayeneler sonucu, hastanın İstanbul Beykoz Dalgıç okulu Hiperbarik oksijen merkezine sevkedilmesi kararına varılmıştı..
Günlük koşuşturmalar sonucu gün bitti... Servisi kaçırmayalım diyen insanların kaoşuşturmaları sonrası klinik birden sessizliğe gömüldü..
Ayaklarım beni yine balkona taşıdı. Ankara’nın kızıllığına daldım o kızıllıkta farklı bir hüzün, farklı bir duygu vardı. Kafamda hastalarım, en fazlada gazlı gangren vardı. Düşünceler birbirini kovaladı. Zaman akıp gitmiş, gün geceye geçmişti ...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.