- 495 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
O DA KRİSTAL ÇOCUKLARDAN BİRİYDİ...(1)
Doktoru beklerken, yanımdaki 30-35 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim kadını, sessizce izlemekteydim. Öylece hareketsiz 3 yaşlarında ordan oraya zıplayan, yerinde dakika durmayan, kendisine ait kız çocuğunu gözleriyle kontrol ediyordu.
Kız çocuğu oldukça hareketliydi. Yerinde duramıyordu. Kah annesinin saçlarıyla oynuyor, kah bekleme salonundaki insanların dizlerine dokunarak sayılar sayıyordu. Bu hareketleriyle insanların sempatisini zorunlu topluyordu.Anlaşılan ilgiye alışıktı.
Bir yandan da sehpa üzerindeki sağlık broşürlerini kucaklamış, sırayla bekleyenlere dağıtıyordu. Çocuğun annesine bakışlarım çevrildi. Kadın belli ki yılgın, yorgundu; belki de onun için rutinleşmiş alıştığı bir durumdu...
Broşürleri, hoşgörü maskesi takan kişiler gülümseyerek almaktaydılar. Sıra bana gelmişti. Broşürü uzattı, almadım. Alanların ilgisine alışık bir tepki benden gelmeyince kırgın bir şekilde "hıh" diyerek omuz silkti. Acaba şimdiki hamlesi ne olacaktı? Yanımdan hızla uzaklaşıp karşımdaki koltuğa geçip oturmuştu, bile...Bu kez de gözlerini gözlerime yapıştırmıştı. Kımıltısız bana bakıyordu. Avına odaklanmış, acemi küçük panterler gibiydi.
Kafamda binlerce karıncaların ayak sesleri varken, keyifsizdim.Başka bir gün olsaydı, onunla dakikalarca akıl oyunları yapardım. Bende o an annesi gibi isteksizdim.
Ona halsiz bir gülüş uzattım. Hiç beklemediği bu tepkime oldukça şaşırmıştı. Yüz mimikleri ile dikkatimi çekmeye çalıştı. Oralı olmayınca farklı açılardan kendisini fark etmem için yer değiştirdi. Hedefine beni oturtmuştu adeta.
Bir süre bu böyle sürdü, gitti.
O bir kristal çocuktu. Bende çağımızın bu duygusali empatik çocuklarını çok iyi tanıyordum. Çünkü 2 torunum da aynıydı. Biz onunla sakin sakin, karşılıklı bakışıp mimik oyunlarını sürdürürken; çocuğun annesi gerçekten ilgiyle her ikimizi izlemekteydi.Çünkü çocuğunun sessizliğ ile hareketlerinde yavaşlık onun da gözünden kaçmamıştı.
Tam genç kadınla konuşacaktım ki, hemşire yanımıza gelip eşimin gözlerine ikinci damlayı damlattı. Hemşire 20 dakika daha bekleyeceğimizi, göz bebeklerinin büyümesi gerektiğini söyleyip yanımızdan ayrılmıştı.
Çocuğun annesi bize, "geçmiş olsun," dedi. Ve sohbet başladı. Konu hep kristal çocuklardı. Yurdumuzda onlara yönelik eğitim çalışmalarının olmayışından oldukça dertliydi. Beş yaşlarında bir oğlu daha vardı. Henüz okula gitmeden o çocuk, kendi kendine okuma yazmayı öğrenmişti. Anne ve babası çocuklarındaki gelişmeyi fark ettiklerinde davranış bilimleri enstitülerinde soluğu almışlardı. Orada çocukları bir takım testlerden geçmişti. Duygusal IQ ve zeka testleri normalin çok üstünde değerlerdeymiş.
Küçük kızlarının da indigo, yani kristal çocuklardan biri olması, onları mutlu etmiyor, aksine endişelendiriyordu.
Karı-koca her geçen gün kara kara düşünmekteydiler:
"Biz dikkatleri on dakika bile aynı noktada olmayan, kıpır kıpır, yorgunluk nedir? Dur durak bilmeyen, aşırı enerjik bu çocukları nasıl eğiteceğiz?" diye...
Milli Eğitimin, yeni nesil indigo çocuklarının nasıl eğitileceği konusunda akademik eğitim, pedagojik formasyon eğitimi için çalışmaları nasıldır? Kimse pek bilmiyor.
Bu durum çekirdek ailenin psikolojisini derinden etkilemektedir. Yanı sıra anne babaların çaresizliği, ciddi nörotik sorunları da beraberinde getirmektedir.
Emine Pişiren-2017