- 839 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Da -üs Sıla I-Perde KIRK YIL SONRA
KASABANIN ÇINARALTINDA ASMALI KAHVE
ÜÇ ADAM BİR ÇOCUK
“-demek sen bizim
Döndü Bacının torunusun ha! ! !
baban senin kadar ya vardı,
ya yoktu benim hatırlayabildiğim”
“-hinci garşından geşse tanıyaman”
“-belki o beni bilebilir de”
“-adını dersen tanır da,
değilise nerden”
“-valla ben bile tanıyamadım bizim olan,
o benden nerden baksan dört yaş güçcükdür.
..
ıcıcık bilecen, simaen aklıma düşdü
gözlerinin gülüşü
ıramatlık “Hasan Dayım”ı oğşayıp duru emme,
aklıma ğelse ya?
gayfacı beni çağırınca
“hıhhn” dedim, aynı mitli
ıramatlık dayımın sureti..!
gerşi o bireş tıknazıdın,
üsdelik yüzünden gan fışgırıdın emme
siz mamir olunşa bireş solgun zayıfcasınız..
bi seneler “gelmiş” dediler de
getdikden sonura bi ta görmedim seni”
!!
“-bak bakalım İbirem,
bilebilecen mi bakalım bu emmini”
“-ben amcayı hiç görmedim ki! ”
……..
“-bizim köylü len
ha gabicik ha!””
….
“-eyi de ben köye kaç yıldır hiç gelmedim ki
ben köyü unutmuşken”
“-ha gapberif ha!
ben bile bilemedim töbossun
huncucuk çocuk nerden bilsin”
“-tah(m)in etsin bi bakalım”
……..
“-Bobuş Emminin Osman mı? ”
“-..ı ıhh”
“-Hacı Mamıdın Memet”
“-Çil Murad”
“-Kara Bayramın Iramazan”
“-Hamitçiğin kardeşi hani gardiyanımış”
“-Hasan Alinin Bolat”
“-Aynının Hasan”
“-Yabır Hasanı, Yabır Boladı”
“-Fadımanın Selattin”
“-Genç Amadın Ramazan”
“-Feyzullahın Doğan”
“-Mükerrem”
“-Nazım”
“-Halis”
“-Mustaddin”
…..
“-Mustatdin kim? ”
“-gavıra getdi okumaya deye
gediş o ğediş”
“-demek onnar da gelmeyoru
yıllardır öyle ya”
…
“-emme hala esameleri okunuyoru”
..
“-bizim esamemiz bile kalmamış”
…………..
“-aaah ulan ahhh!
anasını satdımın,
ne günah işledik bilmem ki
feleği baya,
gücendirmişiyin’ belli
değilse; …
benimle ne alıp-veremediği var ki
fırlatıp atmış bizi, gurbet ellere
her birimizi bir yerlere,
harabolmuş evyerimiz
kayıp olmuş esamemiz,
oğlumuz-gelinimiz,
kızımız damadımız, torunlarımız
yolumuz düşse nereye varırız,
?!!
gerçi hangi kapıyı çalsak,
olur buyur edenimiz
ammaaa, ila ki birbirimiz…
eski komşularım,
beni bilen akrabalarım..
beni tanıyan yoktur da
tanıdıklar;?
yeğenlerim?
hiç birini bilmem, tanımam
gelemedim, onlar da aramadılar, sormadılar
ben de onları görmedim, sahiplenemedim
şimdi onlar bana sahip çıkmasalar
çok görmem, darılmam
umarım bana kucak açarlar..”
“-ayağımdan zencirlenmişim
sankı biz oralara
mahkum olmuşum
kendi kendime
ne düğün,
ne bayram bilmişim
ne de hiç değilse
anamın babamın
son nefesinde yetişip de
bir damla su vermişim”
“-nasip değilise yapcak bişiy yok abey”
“-orası öyle de… yetmiyor,
teselli etmiyor işte
bu güne kadar selam alıp vermemişiyim
benim diyeceğim hiç kimseye.”
……..!;?
“-oysa;
hep sıkıntısını çekmişimdir yıllarca
uykum kaçmış gece yarılarında
…….
zerre miktar gözümü kırpmamışım
“acaba nasıllar” açlar mı,
açıklar mı, öyle ya?
hastalar mı…,
!
“o kış gecelerinde hele,
sobalarını yakan var mı
başlarında bi iş mi var acaba diye…
içimizi yanmış senelerce
..
aahhh bir de
o “sizlere ömür” duyma, gaygıları
oooooooof of,
şimdi neye yaradı…
hıhnm? neye yarar
gelemedikçe gelemedim..
kimim var
kim gitti,
kimim kaldı ne bilirim..”
“!!!!!”
“-bakıyorum da;
ölü toprağı serpilmiş sanki
etrafımdaki herkesin üzerinde
bir yılgınlık,
bir dünya telaşesi,
doymak nedir bilmez
anlaşılır, kabul edilir gibi deği(l)
yeni yeni farkediyorum
adamlar nasıl içerdi sigarayı
bir kazaya kurban gidiyor
durduk yerde birileri,
direksiyonu kırıyor edepsizin biri,
ya sarhoş, ya acemi
ölen arabada değil,
direksiyonda değil,
arabanın yolunda değil,
arabayı yapan değil, satan değil,
benzini koyan değil
devleti soyan değil
fark eder mi
sorar, bilirmiyiz,
ezilen biz değilsek
itiraz eder miyiz..
nereye gidiyor insanlık?
kimi acelesine yenik
kimin de acayip bi dalgınlık!
…
kiminin işi gücü şeytanlık
herkesin başında bin türlü bela
herkesin baş belası;
bizatihi kendisi
herkes hayatından bezik,
perişan, yılgın, ezik
…
bilmem ki; dünden bu güne,
halinden memnun
ekmeği katığına denk
olan var mı
şehir yerinde
birbirmizin halini bilmeyiz
merak etmeyiz
bitmiş insanlık..
biz bitmişiyiz..
“ooof of,”
..
“-şehir bize doğrultmuş oklarını,
makinelı tüfeklerini, tanklarını
bizi bir cendereye almış,
“gelmeyin” der gibi
dişlilerin arasında heder olmuşuyuz
ezilmiş gitmişiyiz,
asfalta yapışmış
köpek leşinden beter
perli-perişan olmuşuz
kimsenin umurunda değil hak, adalet
paranın esiri olumuşuyuz
her bir parçamız
bir yerlere savrulmuş,
kim vurduya gitmiş kimimiz
ne dönüp bakan olmuş,
ne “acaba kim” diye soran
merak eden yok
sorsalar
aldıran,
bilen-tanıyan yok
biz kimiz?
tanımak isteyen kalmamış
insan yerine saymamış devletimiz.”
“-haklısın bilader de;
..”
“-ne zaman bi adam görsem
saçı sakalı ağarmış
rahmetlik babam gelir aklıma
aç kalıp doyuran
giymeyip giydiren
ulaşamadığı yere
bizi ulaştırmaya çalışan
….
babam..
en güzel insan!”
“babaaamm”
..,
“-aman oğlum, koca köyde
bir seni kucakladı devlet,
okuluna dikkat et! ,
öğretmenleriyin sözünden çıkma!
güp-güzel okuluna git-gel! ,
göreyim seni! sıkı çalış!
birinci ol,
görüyorsun işte rençberin halini
önünde başka fırsat yok! ,
kurtul! !” dedi!”
..?
“-daha ben sana ne diyeyim
dedeyin tarlaları bizi ancak idare ediyor
yarın halaların beldi miydi,
bana kalanı da siz, dörde böleceksiniz
!
köyün tarlaları böyüyecek değil ki
dedeyin tarlasından kaç dönüm düşecek seninkilere
var sen hesapla gerisini
ona göre
çocuklarına ne verebileceksin
benim daha ötesine aklım kıt erer
dök-düşün”
..
“-kurtul!
senin kurtulman demek,
geride kalanlarıyın,
kardeşleriyin
biraz soluk alması demek,
onların,
onların değilise bile
onlardan sonra gelenlerin
çıkış yolu demek,
yüzümüzün ağarması demek..
iki ğün sonura evermeye kalksam
ne yüzle kız isteyceğiz konu-komşudan
amma tahsil gibi var mı
herkes eliyle getirir ana kızını
oku da şişineyin kaz gibi
Allah mahçup etmesin gayri
ele-güne
…
yok,
olmadı mı? ağalarda sürü çok
ömür boyu didin dur davar peşinde
el kapılarına kul ol! işin yoksa
benden beter,
sonra babam demedi deme,
fırsat bu fırsat
sonra kaçan balık büyük olur
“el yutar, sen yutkunursun”,
dünyanın ahvali bu! ”
ooof! ! off! kahrolsun yokluk!
okuduk, naçar okuduk
okuduk da ne oldu…”
…
“-bir de varsa
her zaman tembih ederdi
“hiç bir hizmet için el kapısına gitmeyin
ama kapnıza geleni de asla geri çevirmeyin
olur ki başka bir umut edecek yeri yoktur..”
..
“elden umma(yı)n,
ama umut olun, kapınıza gelene
takkeliyi baban
yağlıklıyı anan belle
nerede nasıl olursan”
..
“olur ya
sen hizmet görmezsen
anan-baban da hizmete muhtaç olabilir
dilenciye verme ama
dilenmeyi meslek edinir
müsebbibi sen olursun sonra.”
“-hiç unutmam; bir güz günüydü
sabahın ayazında,
belimde anamın özene-bezene sardığı
fistanının eskisi ekmek çıkısı
Ak Mehmet amcanın peşinde kasaba yolunda
babamın ardım-sıra bakışı
dönüp baksam görecekti, ağladığımı
….
adım gibi eminim,
ardım sıra geliyordu
dönüp baksam; gözleri dolu,
Allah biliyor ya
hiç ardıma bakmadım
işin aslı bakmak için can paralıyorum
ama elimden gelmiyor, yapamıyorum..
gözümün önünde daha dün gibi
belki geri döndü o dakika
ama sanırım
peşim sıra geldi
Söğütlüye doğru yol boyunca,
saatlerce geldi
biz dönene kadar Ayıplar Korusunu
ünlese seğirdip gidip, sarılacağım
sarılacağım, sımsıkı
…
oysa bize; başımızı dik tutmak,
dönüp, geriye bakmamak,
sana verilen emeklere
boş vermemek,
ananın-babanın hakkını
helal ettirmek
onurlu olmak öğretilmişti
mesele değildi yoksulluk
ahval ve şerait ne olursa olsun
“onurlu”luk!
biz de
sadece
onurlu olduk
başka hiç bir şeyimiz de olmadı zaten!
zaten; bir daha da görmek nasip olmadı rahmetliyi
hâlâ yanarım; “köyde kala da taş taşısaydım”
ömrü heba ettim
hâlâ yanarım neden gittim,
niye dönmedim
ömür boyu yaktı şuramı..
şuramda bi sızı”
……...!
“babaaam!
“-ne zaman …
bi yaşlı gadıncağız görsem
elleri nasırlı,
beli bükük,
gariban!
amaa; gözleri…
gözleri sevgiyle bakan
nur içinde yatasıca
anam düşer yadıma
çaresizliğinden çare telkin eden
“Allah beterinden saklasın,
beterin beteri var ay yavrım” deyen
güçsüzlüğünden bize
umut yeşertmeye çabalayan,
güleç yüzlü anam!
yoktan ….
var eden
hiçbir şeyi
esirgemeyen
her öğünde bulup-buluşturup
sofayı donatan,
çocukları olmadan
boğazından yarım lokma geçmeyen
bizim yediğimizle doyan,
bayramdan bayrama da olsa
sofrada
birimiz olmasa
yüzü gülmeyen
gönüller dolusu güzel dileklerini
“ümmed-i Muhammed’in evlatlarına”
da; dileyen
yoları gözleyen
!!
bir klakson sesi duyulsa…
gecenin geç yarısında
şoseden bir araba şavkı yalasa
Akgedikden bir araba dönse
köyde bir kamyon gürlese
evladını beklermiş anammmm
“yücedağ başında bir ağaç vardır
ağacın gölgesi kendine dardır
dönüp dönüp de arkasına bakıyor
kınaman yiğidi, sevdiği vardır” H.Kç
nerden bulduysa o günün behrinde
kuşağının arasından çıkardı da iki buçuk lirayı
“eyi sakla, imi?
düşüreyin deme sakın” diye
cebime sıkıştırdı”
bilmen niyeyse bir dondurma alıp da yemedim
o iki buçuk lirayla
sanki sarılira sahibiyiz öyle ya!.”
;
aaah anammm! urbası yeni,
yoldan her geleni
kendi evladı sanan
değilse, hiç değilse bir selam bekleyen,
“iyi” haberine
kuşkuyla yaklaşan,
gözleri yolda
gönlü, gurbete uçan
evlatlarının, mutluluğunda
sağlık haberlerinde
her bayram arafesinde beni uman
eceli geldiğinde bile
umutlanan
anam……….
“yedi yıldır daramadım saçımı
felek deyverse de bilsem suçumu
eller düğün bayram eder de
ben gurban mı etdim karakoçumu..”
anam düşer yadıma
anamın yakdığı ağıtlar
“-yağmır yağar dereleri sel alır
gurbete gidenin yarin el alır
…”
almadı mı aldı.”
…
“-gurbete gidenin sadece yarini değil
anasını da el alıyormuş,
ilk zamannar baya ağır gelmişti
“ha deyince” kabullenemedim ama
biraz da “aklı ermezlik” tabi
“topladım durdum da tarlamızın daşını
ağladım da sildim gözüm yaşını
mektebe yolladım can yoldaşımı
o da beni anar ağlar mı ola”
bizim “gedeler” ne olacaktı oysa
öyle ya..
başlarında kim olacaktı,
anam bir başına nasıl baş edecekti,
onca çoluk-çocukla
duyunca;
öfkeden deliye döndüm
güya
babamın hısımı akrabası yarenlerine
sonra;
hak verdim, öne düşüp,
yol gösdermelerine
bilmem onlar önayak oldular
bilmem anam vardı”
………
“bocalar da bu dert beni bocalar
ağır gedin de gurbete geden yolcular
eğlenin de size sora(yı)n gardaş-bacılar
içinizde benim oğlum var m’ola”
“-her evladı gurbete düşen anaların
ağıtları düşer yadıma
gurbete isyan eden analar
kimi kader mahkumu
kimi gurbet
mahkumlar gelir aklıma
anlayamam
bilemem
kabul edemem
ömrü gurbette geçirilmek için
dünyaya gelmeyi
anaların bağrının yanmasını
“gurbette ömrüm geçecek•
bir daracık yerim de yok
oturup derdim dökecek
vefalı bir yarim de yok”
anam ne baharı bilirmiş ne yazı
ne sıcağı, ne ayazı
ne konu-komşunun
ne torunnarının adını
varısa da, yoğusa da
herkeşe benim adımla çağırıyormuş
yalan değil
“-rahmetli anam,
üvey kardeşlerimle meşguldür diye
Allah var benimde hiç aklıma gelmedi
o zamanlar
daha doğrusu isyanlardaydım işin aslı
Allah razı olsun Hacı Amcadan
bizimkileri ayırmamış,
kendi evlatlarından
gerçi anam da güzel kadındı Allah için
otuzunda var yok, dul kaldığında
sıkıntı çekmemiş, Hacıya varınca
benden başka!
bayramlarda beklermiş beni
“geçen bayram gelemedi
bu bayram gelcek” diye diye
duydum
kahroldum…
ne zaman duydum,..
taaa öldükten sonra;
kahroldum
ömrüm boyunca
hay bu gurbeti icat edenin
yedi ceddi, sıla yüzü görmesin
şimdilerde insanın yüreğine oturuyor
ta can evine
yaş kemale erince
kanını donduruyor
ana-baba olmayan
evlat acısını ne bilir
nur içinde yatasıca
anaamm!
beni anmadan dakikası geçmezmiş
kardeşlerimde beni bu yüzden affedemediler
kan davalılarıymışım gibi
kin kustular
affedemediler beni
haklılar
yüzüme bakmadılar
el var, gün var demediler
açtılar ağızlarını,
yumdular gözlerini
ağızlarından çıkanı kulakları duymadı
hangisine ne cevap vereceğimi bilemedim
hangisinin ne dediğini anlamadan
birinin nefesinin bittiği yerde öteki
dört koldan saldırdılar
haklıydılar..
haklılar
ama
neye yarar
anamı geri getirir mi
ilenmeler,
küfürler
ahlar
vahlar..”
…
“gene de garardı havanın yüzü
yarama sardılar da balınan duzu
gurbete yollaman bi oğlunuzu
ben yaşadım deye boşa gezerin”
“-ne zaman
kendi kendini avutan,
eleri pis, perişan,
yüzü yol-yol kirli, gözyaşlarından
eline geçen, tahta, taş, ya da
başka çocukların
kırık oyuncaklarının parçalarıyla
sözde oyun oynayan
bir çocuk görsem
köyü hatırlarım,
köy çocuklarını
köyden şehire göçme
sevdasındakilerin,
tercihini sormadıkları çocuklarını
gündeliğe giden analarca
kendi başına bırakılan
köy kökenli çocukları,
daha adım atmaya başladığında
çileli bir hayata
bir ucundan başlamış,
kendinden sonrakilere
analık-babalık yapmış
iskarpin boyacısı
lastik ayakkabılı çocukları,
uzak diye köyüne dönememiş,
okulda yatıp-kalkan,
badanacı, hamal,
kiremit ocaklarında
cığara içerek delikanlılığa adım atan
başkalarının gözünde
böyle adam yerine
konulmayı uman
kendi kazandığı parayı harcayan
beleş bulduğu ömrünü
har-vurup harman savuran
bir yerlere gelmeye
en çok da
kendinden sonrakilere adanmış
onları yaşatmaya
odaklanmış bir yaşam.”
….
“-işte…
öylesine bir yaşam felsefesi
şehir eşkiyalarının hedefi,
yoldaşı,
rakibi,
menbaı
köy çocuklarına,
kendi ayakları üzerinde
durmaya çalışırken
ayak işlerinde heder olan
çivi ya da lokum kutusu sandıklı
lastik ayakkabılı
ayakkabı boyacısı
köy çocuklarına
yanarım…
ne zaman
bir sazın teli
dertli dertli
inilese
ne zaman
bir yanık türkü duysam
düğünlerde bile söylense
oynanmayan
başları
bir o bir bu yana
yaslayan
gözleri dolduran
gurbette olduğumu hatırlarım..
gurbette..
gözlerim dolar
burnumun direği sızlar
nefesim daralır
boğazıma bir şeyler düğümlenir
şuramda bir sızı
ürperirim
bitmek bilmez bir ağlama nöbetinde gözlerim
dinmez kanar yüreğim
ha deyince
kendime gelemem
….
bir gurbet türküsü
alır-götürür beni başka yıllara
akranlarımı özlerim
çocukluğumu
köyü,
keçiyi-koyunu
eşeği,
öküzü,
çilekeşliği,
hatta!
köpeğimizi boğduranları,
ekinimizi güdenleri,
anımızı kakanları
bizi çekemeyenleri,
hor görenleri,
beni oyuna almayanları,
top oynarkan çelme takanları
tepeden bakan akrabaları,
bizim oğlana kız vermeyenleri,
bizim kızı oğlanlarına
layık görmeyenleri,
anamı akrabadan saymayanları
bizim iki keçiyi sürüsüne almayanları,
ziyana girdi diye
muhtara kapattıranları,
…
köydeyken
en sevmediklerimi,
korktuğum köpekleri,
öldürdüğüm yeğe kedileri
kuru ekmeği, yavan aşı
beni döven oğlanları
elimi kesen kör bıçağı,
hakından gelemediğim işleri,
ayağıma batan dikenli çetiyi,
demir dikeni, ulamayı, ayrığı,
kişnişi, acımığı,
kımılı, süneyi, yavsığı,
göğeni, sivrisineği
yanağımdan sokan bambılı,
parmağımı ezen taşı
geçit vermeyen çalıları,
sarıbaş tikeni
ulaşamadığım dalları
aç kaldığım zamanları,
çaresizlikleri,
bilseniz nasıl özlerim..
o hani gönülden dilenen hayır duaları
var ya hâlâ beklerim..
şimdi köyde olmak vardı..
köyde ve çocuk
sıcağın gözünde
gücü yetmeye yetmeye
harman etmek hasadı
bulgur aşına talim,
her sabah, her öğle
her akşam
yazları yanına ayran,
kışları ya hoşaf ya soğan
şimdi köyde olmak vardı
köyde ve çocuk..
babam sağ,
anam başkasına varmamış..
bir de Aşadudu
mekdebe gelmeliydi…
şimdi köyde,
köyde çocuk olmalı
zemheride
yirik pabucum çamura saplanmalı
sürü köpekleri sıkıştırmalı
sulamaya götürdüğüm
öküzler köpeklere saldırmalı
düz ovanın çöl sıcağında
kavrulmalı ova
ağzım-dilim kurumalı susuzlukan
eser yelli olmasada
bir ağaç olmasa da
bir gölge aramalıyım
sığınacak,
köyde olmalıyım..
karakışa hasret gitmeli..
çoban köpekleri kovalamalı,
çobandan uzakta dağ başında
öküzlere gücüm yetmemeli,
öküzler dağ yolunu çekememeli,
olanca gücümle
yüklenmeliyim kağnı tekerine
küfrün bini bi kayme
köy bekçisi tehdit etmeli,
“gonşunun ekinine zıyan verisen yakana yapışırın” diye
an kavgalarına karışmalıyım tarla komşularımla
bayramdan bayrama
birileriyle barışmalıyım
içim yandı yıllarca.. köyde olmalıyım..
öteden beri
düşmanım olmalı birileri,
birileri için kavgaya tutuşmalıyım
başka birileriyle
kim haklı, kim haksız bana ne
o bunun, bu onun
dostumun düşmanı
düşmanım olmalı
düşmanımın-düşmanı dostum
köyde olmalıyım..
akranlarımla çocuk
babamın düzdüğü bavulum..
bir ziyafet sofrasına
bağdaş kurmalıyım,
anam yağlı dolaza
iki yumurta kırmalı
pırasa yaprağına çökelek,
çomaç dürmeliyim,
belki kar’a pekmez,
belki gevrek ekmek
daşşaklı yoğurttan ayrana
ya da
ne bileyim
işte
…
şöyle tereyağ sürülmüş
..
ıscacık
kaba ekmek
fırından yeni çıkmış kömbe
çocuk olmalıyım köyde
hor görülmeliyim kasabada
lastik pabucumla,
elektrikle ilk tanışmalıyım
kendimi ilk defa görmeliyim
boy aynasında
bir bankanın camekanında
bir naylon gömlek, bir ince kravat,
bir cedid yeni elbise
ilk iskarpinimden ayağım vuruk
keratam cepte,
yesil parlak tırnak makasım
manşetimden biri bozuk
pazarda kalmamış, evden uydurduk
elden düşme; orta mektep şapkamın
armasının teldişlerinden biri kırık
dikiş ipliğiyle tutturduk..
sonra kiralık odalardaki
çilekeş arkadaşlarla
sabahları çayla kahvaltı,
kışları odun-kömür derdi,
birileri Bağarasından hallederdi
üç kişi pazaryerinde kaç tanesinin tadına bakıp..
yüz gram zeytin kahvaltılık
ben de onlar gibi; bilya oynamalı,
dondurmacıya, köşe bakkala üçkağıt açmalıyım
bir başkalarının bize attığı
onlarca kazıkların
fırsatını bulup, herhangi birinden
kuyruk acısını çıkarmalıyım
her yazılıda kopya çekmeli,
coşup, gecenin leylisinde beş dakika aralarda
sinemaya kaçak girmeliyim
arkadaşımızın kız arkadaşı için mücadele vermeli,
kardeş gözüyle baktığımız sınıfımızın kızlarına
laf atanlarla kavga etmeliyim
olmadık kışkırtmalar arasında güçlü dostluklar kurmalıyım
yalnız kaldıklarımda, sıkıştırılma,
dayak yeme korkusu yaşamalıyım
hafta sonları tuğla fabrikalarında üç kuruşa talim
yaz tatillerinde inşaatlarda ekmek arası helva
kum elemeli, harç karmalı, taş taşımalıyım
adını bilmediğim ağababalarca
kollanmalı korunmalıyım
bilinçaltıma yerleşmeli
bir-kaş kişi bir araya gelip, birilerini yalnız yakalama umudu
bazılarına haddini bildirme arzusu
sarmalı benliğimi
defter kağıdına tütün
bini bi para küfrün
ağza alınmayacakları bile almalıyım
ben de ana-avrat, din-iman,mintan
sülalesini yedi ceddini
ne demekse esfer-i safirisini
düz gitmeliyim,
yakasına yapışmalıyım
çete geçinen itlerin,
tehditlerine hastir çekmeliyim
kelle koltukta gezmeliyim..
siyasi mücadele vermeliyim
yandaşlarımızla,
olmadık zamanda birine kan-kardeş olmalıyım
durduk yerde vazgeçilmez
kardeşten ileri arkadaş bulmalıyım
ötekilerle tartışmalı
birilerine yaranma çabalarım
birilerine görünme,
süslenme
daha nice telaşlar, can havliyle
sınıfımın kızlarından başka
öteki sınıfın kızları,
mahalledekiler
başka memleketlerdeki kızlar
okudum diye
hava atmaya çalıştığımız kitaplar,
ilk aşklar,, ilk mektuplar,,
ilk sigaralar,,
ilk sarhoşluk denemeleri,
ilk iç çekmeler
ve ilk yarım kalan sevdalar,
ilk yazılamamış mektuplar,
ilk verilememiş mektuplar,
ilk yaşadığım ihanetler
arkadaşımın aşkına vermediğim yüzler
yüzünden pişman olmalıyım..
bana, benim yüzümden olmayan
dargınlıklar ….
hadde hesaba gelmez düşmanlıklar
çocukça küslükler, kavgalar, kan davaları,
beni ben olduğum için kutlayanlar
vay beeee
ben neymişimleri yaşamalıyım
şimdi bulup helalleşmeli
boyunlarına sarılmalıyım…
bana sahip çıkan; babamın asker arkadaşı Ali Amca
amcasının oğlu Gavur Hasan
“senin yetişkin kızın var” demiş..
yenge fişlemiş..
oysa çocuktum daha,
cebime baya bir para sıkıştırdı
“başıyın çaresine bak,
ben gene sana takviye ederim” dedi, ağladı
okul çıkışı geri dönemedim..
kiralık odalarda kalan serseri arkadaşlarda
bulaşık yıkma karşılığında
hafta sonu Fil Kiremit Tuğla fabrikasında
dürüst kalmaya azmettim
ne diğerleri gibi aylak gezdim
ne de onlara uyup sigara,
-içki koymadım ağzıma
bıçak saplamadım kapıya
benim hiç bilyem olmadı mesela
ütme-üttürme kaygımda
sapanla kuş avlamadım
top bile oynamadım
akşamları harman yerinde
hafta sonlarında, döner sandalye
komşu kızlarla bakışmadım, mektuplaşmadım
kimse tarafından kaale alınmadım nedense
fingirdeşmeden gelip geçtim
herkes benim;
ben herkesin kardeşiydim
varsa yoksa ders çalıştım
zaten kopya çekmeyi göze alamazdım,
içlerinde okuyup giden tek bendim
askerlik, ardından memuriyete girdim
şimdi duyuyorum her biri
bir düzen, bir iş sahibi,
devletten emekli, her biri para babası
ev-apartman-araba cabası
şükür aç-açık kamadık biz de geldik biryerlere
maaş alıp dağıttım taksitlere
şimdi; çoluk-çocuk her biri bir yerde..
kırk küsur yıl sonra
gele-gele geldik gene Çınaraltına
ömür geçmiş
ne uğrunaysa
var hesap et
ana-baba çekmiş gitmiş
kardeşlerim adımı çizmiş!
bir de kahrolası gurbet
..!
bir ömür hasret!...”
aaaaahhhhhh aahh!
şimdi kırk küsur yıl öncesinde olmak vardı
ne emekli olma kaygısı
ne fazla mesai, ne kıdem tazminatı,
ne zabıta
ne polis
ne maliye
ne elktrik-su, ne ay sonu
ne vadesi gelmiş borçlar korkusu,
ne tahsil edilememiş alacaklar kaygısı
ne alacakla
borç ödeme telaşı
ne onun-bunun sayesinde
ya da bir dalgaya düşüp
üye olduğumuz
yıllarca aidat öde
ara taksitleri vadesinde ödeyemeyince ceza,
çoluk-çocuğun nafakasından çalma pahasına
yemeyip-içmeyip, ödediğimiz
ortada hiçbir şey yokken
kaçan
Antalyadaki müteahhit,
sonraki müteahhide ödenen
onca para,
onca dönen dolaplar..
her şeye razı olup;
Antalya’da ne işimiz varsa
bu yaştan sonra….
taşındığımız sitede
bize benzemeyen ayrı dünyalardaki komşular,
düğünü, bayramı, sesi,
Türkçesi
yemeğinin tuzu,
çayının şekeri bize uymuyor..
hasılı yama üstüne yama olmuyor..
farklı dünyalardaki ikinci karım,
bir türlü “biz” olamadık “o ve ben”
yollarımız ayrı evlatlarım..
gözümde tüten
torunlarım..
ne adlarını, ne yüzlerini bilirim
oooff ooff.. sizleri de üzdüm istemeden
özür dilerim
özür dilerim…
!”
“.!.”
hep böyle oldu; ben bildim bileli..
işim hiç yönedine gitmedi
ne adam gibi okuyabildik
ne başkaları gibi yaşayabildik
elden ne gelir, “şükür emrine”
alnımızın, yazısı..
iyi kötü, sağda solda olduk gittik de;!
insan bir adam yerine konulmaz mı?
davet edilmezdim düğünlerde
kimsenin kapısına da varamadım bayramlarda bile
evde yalnız, bir başıma
gücüm ağlamaya yeterdi
askere gideceğimde de,
ne tertiplerimle eğlence,
ne dualarla uğurlandım,
ne dolu gözlerle el sallandım
bir tek mektubum bile gelmedi ..
şükür çocuklarıma haram lokma yedirmedim
ama olmadı gene de
yetiremedim bitiremedim
yine de nasipten öteye yolum olmadı
kimin aklına uyduysak;
ömrümüze yetti ev sahibi olmak hayali
ama birileri benim ömrümden,
çocuklarımın nafakasından çalabildi
nasıl vicdanları elverir bilmem,
anlayamam insanlığı
hakkı-adaleti
anladım kar kalırmış, herkese elden çaldığı
ya sözde “hayat arkadaşı” dediğin
koynuna aldığın kadın
önrünce kazandığını verdiğin bir kaba inşaatın
kapısı penceresi olsun diye
“hanım bileziklerini” dersin
sanki başkasına kalacak gibi senden “tapu” istesin
hanımın kocasından ayrı cüzdanı
sanki amelik etti, taş taşıdı
bu ne akla hizmettir.. Allahım bu ne izan
can yoldaşı olur mu böylesi bir kadından
kimin için çalıştım, kimin için kazandım
sanki başka kimsem var harcayacağım
ya;!’ kimin için aç kaldım,
şimdi nerede oğlum kızım, yeni hanım
her birinin benden ayrı muradı
ben “çalmadım! çarpmadım”, diyebilmek adına, yaşadım
ne kayırdım, ne iltimas, ne zerre rüşvet, ne de kıç yalamadım
ama gördüm ki ahlak izan bilmezler, fahişeler, deyyuslar
kapılarında! en yücem.. devleti aliyeyi elpençe divan tutarlar..
“onurlu olmak ha!” onur; beş para etmezmiş çok acı!
“-insan,! bazen; yeter artık diyor feleğe
toprak beni çekiyor mu ne!
yorgun argın gittiğim yolun neresindeyim…
insan kendiğinden kabulleniyor gidişatı
kendiliğinden, yavaş yavaş yanaşıyor limana
inmek için değil, binmek için kalkan ilk uçağa
biletim peşin, daha doğduğumda
tutuşturulmuş elime
belli hangi gün, saat kaçta
nereden, nasıl bineceğim
uğurlamaya gelenler kim
kimi uğurluyorlar
umurumda değil, bana ne
kim bu el sallayanlar
sallanan mendil, bu ağıtlar kime
dökülen göz yaşları kimin için
benden şikayetçi olanlar
bayram edin
ne dargınım feleğe, ne küstüm kaderime
üç günlük dünyada
ne yapmak ister başka
heyecanla geliyor insan,
rolünü oynuyor
sahneden iniyor
sıra kimdeyse
ne alkış, ne şaşaa
de!
şimdi bizi nere koyarlar,
çoluk-çocuk bizim buraları bilmez,
biz onların, oraları,
benden arkaya kalırsa hanım,
nereye götürülürüm,
asıl da can alıcısı,
ben arkaya kalırsam
onu nereye götürürüm,
ilk hanımın babası bilmem nerede doğmuş,
memur gitmiş bilmen nereye, oradan evlenmiş,
biz memuriyet de tanıştık, şimdi başka yerdeyiz,
anası babası kendi, her biri ayrı bir yerde
bizim çocukların her biri ayrı bi yerde dünyaya geldi,
her biri ayrı bi yerde okudu,
şimdi her biri ayrı tece-millet de memur
zorr be! ………
insan kendini bir yere
ait hissetmez mi yahu!
yanında memuriyete başladığım
sizlerden iyi olmasın şefim;
bir hafta sonu fazla mesaiden sonra
beni kolumdan tutup; yemeğe götürdü
ardında kahveye gittik
onlar oyun oynadı, ben çay içtim,
ardından evine, kahve içmeye
“elini öper birtanecik evladım” diye
kızıyla tanıştırdı,
bana babalık yaptı
nasipmiş evlendik; elde yok, avuçta yok
“garip düşünde güler”
“garip kuşun yuvasını Allah yapar” dedikleri gibi;
çok elimden tuttu rahmetli
çok..!,
ilk hanım, için yıllarca hastanelerde
çekdiğimiz onca çile
kendi de çok çekti zavallı,
bana da az çekdirmedi hani..
çoluk-çocuğun sefaletini
anlatmaya dilim varmaz,
görenin gönlü razı olmaz,
ölmedi, “kurtuldu” dedik
çocuklar küçük..
elde-avuçta kalmadı
bir sene çoluk-çocuk
her fırsatta ziyaretine gittik,
sonra unuttuk gittik
unutmadık da unuttuk,
ordan tayin olduk..
gitmedik.. gidemedik,
nur içinde yatasıca rahmetliyi
ziyaret edemedik..
dertten-telaşeden yılların geçtiği
aklımıza gelmedi
bir-kaç sene öyle geçti,
Allah hepsinden razı olsun,
konu-komşunun kol kanat germesiyle
hem baba oldum çocuklara, hem anne,
çocuklar daha küçük
üvey ana eline bakmasınlar
babaları gibi rezil olmasınlar diye
..
yedi sene bekar kaldık, derken işte
eş-dost araya girdiler de
kocası çıkarı vermiş çocuğu olmadı diye
şimdiki bu ikinci hanımı aldık
hakikaten çok temiz, tertipli, muntazam
evimize bir tertip-düzen geldi tamam
…………………….. ama,
“yamanın üstüne yama” tutmuyor
tutmuyor ves-selam…
….!!”
uzaklardan gelmiş,
üç-beş kişiyle kalkan bir cenaze,
kendi başına avunan çocuk
ak sakallı bir ihtiyar,
yaşlı bir kadın
bir gurbet türküsü
alır götürür beni
kahrederim her şeye..
kimsesizliğime
çaresizliğime
yanarım..
sabahtan akşama çalıştığım işe,
katlandığım sahte yüzlere,
ödediğim kiralara, taksitlere
eşya almak için
ödenecek aidatlar için
kıdem tazminatı için
emeklilik maaşı için
harcanan ömre
yanarım…
ömrümü verdiğim
çocuklarımı göremeyişime
evimin zindan oluşuna
ayrı dünyalardaki hanıma
bize uymayan gelinime
tanımadığımız damadıma
doğumundan haberdar olmadığımız
gözümde tüten torunlarımı
bağrıma basamayışıma
kokularına hasretle
yanarım,
ne için geldik dünyaya
neyin mücadelesini verdik bunca zaman
ne umduk, ne bulduk
kira, taksit, borç
elektrik, su, vergi harç
ver ha-bire.. sorma ver
yetmedi, bitmedi,
“boşa koydum dolmadı,
doluya koydum almadı”
sıfır, elde var sıfır
kısmet işte; kaderime,
yanarım..
nerden kalkar bizim köye araba
………..
geç mi kaldık,
………..
hep kaçırdım ben onu
………..
köye giden
araba kalkmış,
……….
belli nasip olmayacak
….
ben hep kaçırdım köyün arabasını
..
ya vaktimiz olmadı,
ya paramız
eller gibi, yaz gelince
o sahil senin,
bu yazlık benim
hiç olmadı hayatımda
ilk zamanlar
düğün borçları
sonraları da..
yetemedik, bitemedik
derken ilk hanımın hastalığı,
çocuklar…
çocukların okuluydu
şunuydu-bunuydu
ikinci hanım bizim gibi
köylü kısmı değil ki
anlamadı vardan-yokdan
işte; geliverdik buralara
ömürde bi kendim oldum
uykum kaçar geceler boyu
zor ederim sabahı..
her sabah taze ekmek bahene
def eder kederimi taşfırın yolu
baktım bir otuziki,
ne zaman bir 32 plakalı araç görsem
bir başka heyecanlanırdım
farkında değilim “dur” dediğimin
ben “güle güle” diye el salladım kamyona
elimle “nerelisiniz” dedim
onlar “Yalevece” dediler
kamyonun motor sesinde
yer açtılar şoför mahallinde
ekmek almaya diye çıktık
binivermişim ekmek elimde
gele gele kırkküsur yıl geriye
ömürde bir kendim oldum işte
nereye gideceğim,
buraya kadar gelmişken
tabi köye
de…
bak onu da arabayı kaçırmışıyız gene
o tarafa giden arabalara binsem
şoseden alan olmaz mı beni,
ya da
insem Gövceli Köprüsünde
tırmansam Yazılıya,
kırk yıldır düşlerimdeki gibi
taş atsam Analı-kızlı ya
taş değer mi
belliklediğim kızı
bana verirler mi
Gövceliye varırırz mesele değil de
Yazılı Yokuşuna takat yeter mi
dizlerim dutar mı,
hâlâ o yol yapılmadı mı
gelen giden olmaz mı,
bi yoldaş bari olsaydı hani,
çocukluğuzdaki gibi
tırmansam Yazılıya
varsam akşam karanlığında
sürü köpekler sıkıştırmazlar mı
kimin kapısını çalacağım ama
bari yeğennerim beni tanısa
bana sahip çıksalar
adını bile bilmediğim
öz-be öz yeğenlerim
…
hiç bir şey olmamış gibi
…….
evel Allah hiç kimseye yük olmam da
gel de bunu anlat onlara
şöyle bir göz oda olsa bana
sabah tarlaya-takkaya
gidenlerle bir uyansam
o gidenlerde evzinsem,
sığır sürenlerle
yolcu geçirenlerle
yarenlik,
kahvede sabah çayı,
ısmarlasam herkese,
sahi
……..
Deli Yakıp sağ değil mi,
Deli Adil,
Deli Aziz
Güçcük Bolat,
Goca Durmuş,
Goca Hesne
Gızıl Eşe
Hoca Melit,
Cüce Melit,
Kara Melit
Deli Melit
Kör Melit
Kör İzzet,
Topal Melit,
Topal Hasan
Hacı Hasan
Hacı Apdılla,
Yabıroğlu,
Kısıroğlu,
Köseoğlu,
Hacıme(h)metoğlu,
Hacıoğlu,
Türkoğlu,
Leyleğoğlu,
Goziroğlu,
Dehmenoğlu,
Musdukoğlu,
Macaroğlu
Keklikoğlu,
Sarı Ali
Saat Ali
Türk Ali,
Hasan Ali,
Dıngıdık,
Pese
Dal Memet
Gambır Felek
Göplek
Ak Mehmet,
Sarı Mamıt,
Kel Bayram
Gara Molla
Kel Sülü
Kel Arif,
Kel Dudu
Cıstan
Ceviz Osman,
Arif Osman,
Ak Osman
Osman Çavış
Gara Sümen
Gara Veli,
Gara İbrem,
Gara Bayram,
Gara Hacı,
Gara Hatça,
Gart Mustafa,
Yabır Dede,
Üsük Dede
Tıkırdak,
Deveci,
Ala Kemal
Aladeli
Alibey,
Hacıbey,
Akili,
Ciçili,
Bocut Haceri,
Sümen Aşası
Leylek Fatması
Ümmülü,
Çöllü,
Gucur
Hapbana
Aşa Dudu
Gabış Musa,
Usta Melit,
Arif Usta
Gozir Emmi,
Bobuş Emmi,
Gökçe Dayı
Sarı Dayı
Mırı Şaban,
Topal Ismayıl,
Kel Sülemenin Ismayıl,
Alihsan,
Gara Mercen,
Feyzullah,
Hidayet,
Tahsin,
Yörüğ Ebe
Hacer Ebe
Macar Ebe
Helime Ebe
Çakal Ebe
Müslüğ Ebe
Goyun Ebe
Gısır Aşa
Sultanca
Zeynepçe
Hatma Ğelin,
Cennet Gelin,
Çakal Gızı,
İminecik
Göde Kezban
Fatmaca
Dört Osman
Kul Osman
Hacı Mamıdın Osman,
Dehmen Sülemen
Sıştı Sülemen,
Derviş Sülemen,
Kısır Hasan,
Sağır Hasan,
Potak Efe
Yan Efe
Yan Halil,
Yamık Cöbe
Bedel,
Avilden,
Kabış,
Hamza Onbaşı
Hacı Memed
Dal Memed
Hoca Memed
Köse Memed,
Pandal Memed,
Göpleğin Amet
Angaralı,
Akkulak
desene köye gitmeye gerek kalmamış,…
“biraz zamana bırak”ayım öylemi aslan yeğenim
………. hangi zamana
! ! ! ha! ∞
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.