MAHALLENİN ÇOCUKLARI
Eskiden
Bizim mahallenin delikanlıları Bir başka çocuklardı dostum Bir başka çocuklardı Aç çakallarla dövüşecek kadar Rengi karaydı bakışlarının Bir asaleti vardı hatta Yerden bile kalkışlarının Delikanlıydı onlar Mahallenin delikanlılarıydı Bakmayın kanlarıyla Delinin beraber olduğuna Yerin iyileri bir yana Göğün melekleri dahi Onların hayranlarıydı Onlar ki Gözleri uykusuz Yürekleri korkusuz çocuklardı Fakat tamaha tekme atan bir hoca Ne zaman cehennemden bahsetse Her birinin korkudan Dudakları uçuklardı Bizim mahallenin delikanlıları Bir başka çocuklardı dostum Bir başka Her şeyden önce insana İslamca bakarlardı Buram buram mana kokan gecelerde Önce teheccüde kalkarlar Ardından Uyuyan kardeşlerinin Çoraplarını yıkarlardı Eskiden Bizim mahallenin delikanlıları Farklıydı dostum farklıydı Kiminin sevinci bir lokum Kiminin midesi Kuru bir ekmeğe mahkûmdu Ama dipdiri vicdanları Sanki sesi aşan bir hızla onları Dünyanın öbür ucuna taşırdı Bundan böyle tok gözleriyle Zengin gönüllerinin içinde Sadece Etiyopya’nın Aç çocukları dolaşırdı Eskiden Bizim mahallenin çocukları Arıydı, duruydu, saftı Her biri altındı, gümüştü Ama dün şöyle bir baktım Her şey tersine dönmüştü Sanki o delikanlılar küçülmüş Sadece burunları büyümüştü Mesut ÖZÜNLÜ * Bu şiir; yetmişli yıllarda başlayan, seksenli yıllarda artan, doksanlı yıllarda da ABD’nin yeşil kuşak projesiyle hızla yukarılara tırmanan; akıldan çok duygunun, kişilikten çok aidiyetin, etkenlikten çok edilgenliğin hâkim olduğu İslamcı gençliğin yalancı baharını ve bu baharın bıraktığı hayal kırıklıklarını betimlemektedir. Tarihî seyri elli yıla yaklaşan bu gençliğin içerisinde Allah rızasını amaç edinmiş, samimi, içten ve fedakâr insanlar da yok değildi. Ve bütün fedakârlıklar da tek yönlü olarak bu insanlardan beklenirdi. Ancak kahir ekseriyet; her şeye teslimiyetçi, ön yargılı ve ideolojik baktığından; netice itibariyle siyasetin dinleştirildiğinin, İslam’ın bir nevi cemaatsel ve siyasal çıkarların onay kılıfı haline getirildiğinin; en kötüsü, kökü dışarıda olan gizli ajandalı bazı sözde liderler tarafından istismar edildiğinin farkına varamadı. Ayrıca bu dinî görünümlü yapılar; daha çok kıt tefekkürlü, sorgulamadan uzak, cemaatçilik taassubuyla yanıp tutuşan bir bakış açısına sahip idiler. Başka bir deyişle; zihnen ve fikren, tıpkı gözleri ve karınları gibi fazla doygun değillerdi. Bu da onları; deyim yerinde ise, tıpkı yıllarca sıkı diyet yapan birinin birdenbire kendisini tutamayıp bir gün eline geçirdiği her şeyi "benim!" diyerek yeyip bitirmeye kalkışması gibi bir bencilliğe, dahası kınadıklarıyla sınanan bir yenilgiye; en vahimi, dinden ve doğallıktan uzak, kibirli, oportünist, kumpasçı bir yozlaşmaya savuracaktı. İşte FETÖ sorunu ve cemaatçilik taassubu, son günlerde ortaya çıkan dinî ve siyasi özsorgu arayışları böylesi kırılgan bir sürecin dışa vurumuydu. Zira Müslüman toplumların sorunlarının, dinin siyasallaşması veya dine rağmen dincilik ve cemaatçilikle çözülemeyeceği, dolayısıyla bunun çok boyutlu bir uygarlık problemi olduğu açıkça ortadadır. Nitekim bugün dahi bilgiden çok hisle beslenen, doğallıktan uzak, kişiliği sorunlu, ezik ve ezoterik, gizemli ve mehdiyetçi; deyim yerinde ise ayakları yere basmayan bu düşünce sarmalının, Müslüman topluluklara ve dünyaya; emperyalist güçlere uşaklıktan, gerilikten, edilgenlikten ve din sömürüsünden başka vereceği bir şey yoktur. Bizi bu kısır döngüden; dine olduğundan çok anlamlar yüklemeyen; dini siyasileştirmeyen, siyaseti de dinleştirmeyen; yalnız sade ve samimi bir dindarlığı önceleyen (tabii özgür iradesiyle), dahası dine ve dinsizliğe ön yargıyla bakmayan; çok yönlü, özgür ruhlu, okuyan, sorgulayan, baskıdan uzak, kula kulluğun kişiyi kişiliksizleştiren en büyük kuklacılık olduğu gerçeğini her daim aklında tutan, başkalarıyla değil de kendi işiyle uğraşan; çalışan, didinen, vatanını ve milletini seven, insana insan olduğu için değer veren, abartılı değil ayrıntılı bakan; yazan, okuyan, düşünen, üreten; üzerine düşen görevleri en iyi şekilde yerine getiren bilgemeşrep beyinler kurtaracaktır. |