“aşk-ı şa’hane”gözlerimi tavana dikiyorum sen geliyorsun muhayyile cennetime gözlerimi kapatıyorum, gözlerimi açıyorum yine sen… suyun akışında sen batan güneşin kızıllığında sen kayan yıldızın tüm parlaklığında sen bir müziğin nakaratında demir atışında bir geminin dağların doruklarında yüreğime atılan en güzel imzasın sen… içimin nehirlerini avaz avaz çağlatanım tüm çılgınlığım, en deli tarafım, ufuk çizgim doru taylar gibi ruhumu rüzgâra göç ettirenim süzülmek gibi bir paraşütten yer yüzüne ya da asılı kalmak nefes nefese gök kubbede viran çıkmaz sokağımın kilitliydi tüm kapıları her gelen ya boş döndü kapımdan ya kapımın önünden geçip gittiler bir bir şimdiyse kabıma sığamıyorum oysa siyah beyaz resimlerde sanırdım aşkı mahzenimde beklediğim aşk-ı şahanem aşk kapımı bir sen açtın, tek sen girdin içeri aşk hanemize kilitledin ikimizi sevgilim... sen sevgilim, bir tek sen, yine sen, hep sen, aşk-ı şa’hanem… baharda yeşillenen tabiat gibi renk renk açan çiçekler gibi gözüme inen bir perde perdeye yansıyan en güzel siluet dalıyor gözlerim gözlerine dalıyor, dalıyorum rüyaya dalıyorum sen, uyanıyorum sen yine sen… aşksın sen aşk-ı şa’hanem… ... |
...
Yorgun bir sabah!
kim tercüme edebilir ki aşk'a saati, bir bardak çay'ın en koyu yanına. Buram buram ''sen'' tüterken bardağımda ki koku!
Ah hangi sığdıramadıklarım yakıyor sol yanımı? Sanırım hiç kimse Zilan gibi bakamıyor bana!
Eyvallah hocam.